ARİF MUŞLU VE ŞAİR-YAZAR MUZAFFER BUDAK ANISINA

| Haber Girişi: 16 Aralık 2024 17:36 | Son Güncelleme: 5 Ocak 2025 17:37 A A

Arif Muşlu, babamın değimiyle Arif amca.

Gemlik’in dürüst, sevilen, sayılan esnafı Arif Muşlu

Altı yüz yıl önce Muş ilinden Yanya’ya oradan da Mübadele ile Gemlik’e uzanan bir serüven.

Gemlik’e geldiklerinde kendilerine mübadil olarak verilen ev, hala Kale Altı Sokak’ta tüm haşmeti ile duruyor. Her gün bir parçası eksilerek ve dökülerek inatla zamana direniyor. Muhteşem güzel bahçesi kim bilir şimdi ne halde? O eve çocukken, genç kızken gitmişliğim var ve bugün CHP’ye bağışlanan bu evin önünden geçerken hüzünle bakıyorum.

Arif amca Gemlik’in sevilen ve sayılan esnaflarından. Oğlu Ali ile birlikte Sabriye abla(ekmekçi) köşesindeki tavukçunun şu an bulunduğu yerdeki dükkanı işletmiş. Bakkal, tekel, şarküteri…

Bir zamanlar herkesin sayıp sevdiği Arif amcamız 1992 yılında hayata gözlerini yummuş. Eşi Leyla Hanım ve kızları Sabiha, Hilmiye, oğulları Ali ile mutlu, mesut bir aile. Ali Bey, Amerika’ya yerleşiyor, Sabiha Hanım Muzaffer Budak ile evlenerek Gemlik’ten ayrılıyor. Sabiha Hanım, ailesinin yanında yaşamına devam ediyor. Bu aileden geride Umurbey’de yaşayan Sabiha Hanım ve sık sık Türkiye’ye gelen Ali Bey kaldı. Sabiha Hanım’ı Umurbey’deki evinde ziyaret ettim ve “Anılarda Yaşarken Gemlik” kitaplarımda fotoğraf ve anılarına yer verdim.  Rahmetli büyüklerimizi saygı ve sevgi ile anıyorum.

Bir depoda Muzaffer Budak’ın kitaplarını bulmuştum. Koliler içinde tozlanmış duruyordu. Çok değer verdiğim bir aile olduğu için kitapları alıp derneğimizde temizledik, kütüphanemize koyduk muhafaza ettik ve hatta 2024’de öğretmenler gününde derneğimizdeki öğretmenlerimize rahmetli şairimizin şiir kitaplarını hediye ettik.

Bu kitapların içinde biri vardı ki; Yahya Kemal’in bir şiir kitabı. Anlamı çok büyüktü. Muzaffer Bey’in nikah hediyesi olarak Sabiha Hanım’a hediye ettiği bir şiir kitabı.

Muzaffer -Sabiha Budak, Ali- Hilmiye Muşlu

Eşine şiir kitabı hediye eden bir şair. Biz çok duygulandık ve özenle bu hatırayı saklıyoruz.

Hakkında yazılanlarla ince düşünceli şairimizi sizlere tanıtmak istedim. Rahmetle anıyorum.

 

Muzaffer Budak
(d. 1934 / ö. 5 Kasım 2004)
Yazar, Şair, Memur

Diyarbakır’da dünyaya geldi. Eğitimini İstanbul Maçka İlkokulu ve Nişantaşı Ortaokulu’nda aldıktan sonra, 1953 yılında Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ni bitirdi. Üniversite öğrenimi için tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Bölümü’nden mezun oldu. Emekliliğine kadar çeşitli devlet kurumlarında resmî işlerde görevlerde bulundu. Bu sırada şiirleri ve sinema üzerine yazdığı inceleme yazıları ile dikkat çekti. Evli olan Muzaffer Budak hayatının son yıllarını İstanbul, Alanya ve Gemlik’te geçirdi. 2004 yılında Gemlik’te hayatını kaybetti.

Muzaffer Budak, edebiyat sahasında yazmış olduğu şiir kitaplarının yanında tiyatro ve sinema üzerine inceleme yazılarıyla da tanınmıştır. Bu yazılar Sanat Dünyası, Yelken, Çağrı, Güney, Diriliş, Ankara Sanat ve Sanat Çevresi gibi dergilerde yayımlanmıştır. 1967 yılında ilk şiir kitabı Haksız Acılar’ın ardından, Özlem, Sümer Menekşeleri ve son olarak Mavi Sözcükler adlı eserlere de imza atmıştır. 1973 yılında ise Sinema Eleştirileri adlı kitabıyla gösteri sanatlarına dair görüşlerini dile getirmiştir. Yazarın yazmış olduğu son kitabı Prens Sabahattin üzerinedir. Eser biyografik özellikler taşımanın yanında Prens Sabahattin’in toplumbilimci yönünü ortaya koymak için yazılmış bir inceleme yazısı niteliğindedir.

Eserleri

Şiir: Haksız Acılar (1967), Özlem (1971), Sümer Menekşeleri (1985)

Diğerleri: Sinema Eleştirileri (1973), Tiyatro, Opera, Bale Yazıları (1985)

SEZAİ KARAKOÇ’UN SOHBETLERİ, ZİYARETÇİLERİ, ARKADAŞLARI

 

Mustafa Kirenci

Muzaffer Budak, Turgut Akman gibi Üstat’ın Ağrı-Karaköse’den askerlik arkadaşı. Üstat’ın hâtıralarından “Sultan Abdülhamit devri millî paşalarından Seyfettin Paşa’nın torunu” olduğunu öğreniyoruz.

Muzaffer Bey’i öğrencilik yıllarımda, 1980’lerin ortasında tanıdım, emeklilik yıllarının henüz başındaydı. O zaman Taksim-Cihangir taraflarında oturuyor, haftada bir kez Diriliş’e geliyordu. Daha sonra Gemlik’e taşındı, belli fasılalarla oradan gelmeye başladı. İrtibatı sabitti. Diriliş dergisinin son döneminde 1988-1992 yılları sayılarında birçok sinema, tiyatro yazısı yayınlandı. Şiirlerini, tiyatro ve sinema üzerine yazdığı yazılarını hızla kitaplaştırırdı. Muhtemelen kendi imkânları ile yayınlıyordu. Nitekim birkaç kitabında yayınevi olarak soyadı olan “Budak” ismi geçmektedir. İlk ve orta eğitimini İstanbul’da aldığı için doğduğu toprakların şivesi kendisinde görülmezdi. Oldukça kibar bir lisana sahipti. Benim tanıdığım sıralarda artık tek tük şahit olunabilen eski İstanbul tarzı, konuşmalarına yansırdı.

Muzaffer Bey, öyle sık rastlanılacak insanlardan değildi. Bir iki tecrübeden sonra davranışları ve sözleri öngörülebilirdi. Hayatında belki de tek irtibatlı olduğu kişi Üstat’tı. Askerlik yaptıkları Turgut Akman’la atışmaları olurdu. Gemlik’ten Dr. Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’yla da öyle. Turgut Bey’le karşılaştıklarında herhangi basit bir konudan bir gerilim olur, Muzaffer Bey sanki hiçbir şey olmamış gibi gayet rahat “Turgut Bey’ciğim bugün sinirli galiba.” derdi. Hiç üzerine alınmaz mütemadiyen kendini tekrar ederdi. Kendinden bir şey sızdırmazdı. Mesela ne bileyim bir duygu, bir olaydan doğan bir düşünce, sohbeti tatlılaştıran karşılıklı muhavereler onda yoktu. Bu tür şeylere de kapalıydı. Galiba Muzaffer Bey’i en iyi tanımlayabilecek ifade “kendini tekrar etmesi” idi. Bu bazen daha nazik konularda muhatabının tahammülünü zorlardı. İnsanlara, fikirlere, görüşlere kapalı bir dünya. Pratikte konuşkan, yer yer esprili ve insanlara açık tabiata sahip olmasına rağmen muhatabına kısa bir zaman ya da bir iki tecrübeden sonra nüfuz edilemez bir zırhı olduğunu ihsas ederdi. Farkında mıydı bilmiyorum, herkesin onunla ilişkilerinde böyle bir açmazı vardı. Herhangi bir sohbet ortamında muhatabın da arada kendi fikrini beyan edeceği hiç değilse bir iki kelam edeceği bir konuşma, sohbet hâli onun mütemadiyen anlatımıyla mümkün olmazdı.

Muzaffer Bey’in insanlarla tek taraflı muhavereleri, teknik bir konuya dair (kâğıt fiyatları, matbaa kalıp ücretleri ya da bir adres vb.) soruları dışında hayatı hakkında bir çıkarım yapmak da muhaldi. Geldiğinde çoğu hayal ürünü şeylerden bahseder bunlara kendisi dışında kimse inanmazdı. Ama bu inanmamaya karşı geri adım atmaz bilakis kaynağı bilinmez ve anlaşılmaz bir hâlde direnç gösterir, herkese inat tekrar tekrar o günkü konusunu anlatırdı. Bir defasında, renkli televizyonların hızla evlere girmeye başladığı 1990’lı yılların hemen başındaki orada bulunan herkesin televizyonu siyah beyazdı. Akşam evindeki siyah beyaz televizyonun birdenbire renkli göstermeye başladığını bir mucize kabilinden anlatmaya başlamış, bu kendince sıra dışı olayın coşkusunu etrafındakilerin de yaşamasını istiyor, bir daha bir daha anlatıyordu. Ömer Erdem, Halil İbrahim Kaymak’la arada birbirimize bakışarak Muzaffer Bey’in coşkusunu izlerken aniden Halil’in zekâsı, bu artarak devam eden coşkuya son noktayı koydu. O zamanlar iki meşhur televizyon markası vardı: Grundig ve Blaupunkt. Halil birdenbire Muzaffer Bey’e “Sizin televizyonunuz hangi marka?” diye sordu. O da “Grundig efendim” der demez Halil, “O markalar arada sırada renkli gösteriyormuş” deyince Muzaffer Bey’in dün akşam yaşadığı kendine mahsus mucize o an sona erdi.

Muzaffer Bey’in bir de hatırımda kalan, Aralık 1998’de Amerika ve İngiltere’nin Irak’ı bombaladıkları “Çöl Tilkisi Harekâtı” hakkında söylediklerini hatırlıyorum. O zamanlar kamuoyunda, meclislerde çokça gündeme gelen bu vahim olaya Muzaffer Bey tanklara dolayısıyla Amerikan ve İngiliz ordusuna musallat olacak bir kımıl (çekirge) sürüsünün toplarla fırlatılmasının tek çare olduğunu söylemişti. Özellikle “bir” kelimesini söylerken “r” harfini biraz uzattığından “Efendim bunun bir tek çözümü var, o da çekirge sürüsüdür” der demez Üstat, “Aman Muzaffer; öyle şey olur mu, yazık değil mi o çekirge sürüsüne!” diyerek konuyu bitirmişti.

Üstat zaman zaman Muzaffer Bey’in mukabil anlatılarından hareketle “Tek dünyası sinema ve tiyatro. Çocukluğundan öyle yetişmiş. Seyrettiklerinden etkileniyor. Onlar artık hayatı olmuş.” derdi. Evet, Muzaffer Bey’in hayatı sinema ve tiyatro idi. Belki de daha çok sinema. Favori oyuncusu Casablanca filmiyle ünlenmiş Humphrey Bogart ve Cezayir Batakhaneleri filminden defalarca bahsettiğini hatırlıyorum. Sanki bu filmde Jean Gabin’in hayat verdiği başkarakteri Pepe’nin hayatını bir sarkaç gibi idare eden macera tutkusu ve nostalji, onun benim tanıdığım hayatında sırf nostalji olarak kalmıştı. Bana öyle gelirdi ki o, kendine mahsus yaşadığı nostalji âleminden arada kopup realiteye dönmek için Diriliş’e geliyordu. Orada da zihnen fazla ikamet etmek istemediğinden yine o bizim şahit olduğumuz hâlleri zuhur ediyordu.

Muzaffer Bey’in Diriliş dergisi yazılarına 1969 tarihinden itibaren rastlıyoruz. Diriliş’in 1969-1970 tarihli sayılarında iki kitap iki de o zamanki dergileri tanıttığı yazısı var. Diriliş dergisinin özellikle 1988-1992 tarihleri arasında çıkan son döneminde onlarca sinema, tiyatro yazıları kaleme almıştır. Bunların önemli bir kısmı o zamanlarda vizyonda olan filmler ve gösterime girmiş tiyatro oyunları hakkındadır. Tiyatro yazıları için bazen Üstat görev verirdi. Bu minvalde Üstat’ın metafizik tiyatronun bir örneği olarak yer yer andığı Luigi Pirandello’nun “Altı Kişi Yazarını Arıyor” isimli eserinin o sıralar sahnelenmesi üzerine Muzaffer Bey’e yazmasını söylediğini hatırlıyorum. Muzaffer Bey’in erken zamanlarda Körfez Kitabı hakkında bir yazısı da var

Oradan bir cümle: Genç ve usta sanatkâr Körfez kitabında Balkon isimli şiiriyle ölüm konusuna şimdiye kadar hiçbir şairin girmediği kapıdan girip ölümü başka bir zaviyeden işlemiştir. Muzaffer Bey’in mizacına dair zorlukları olsa da, kimseye kötülüğü dokunmayan kendi hâlinde bir insandı. Gösteri sanatlarına tutunmuş, kendisini bu dünyanın bir parçası görmüş ve bu dünyayı yazılarıyla zapt etmeye çalışmış, yaşadığı hayat ile o dünyayı bir şekilde raptetmeyi başarmıştı. Başarmıştı çünkü kendi içinden dışa, dıştan da kendisine gelenlere kapattığı dünyasına rağmen o hiç değilse başka bir âleme nüfuz etmeye çalışarak ahir ömrünü tamamlamıştı. Muhtemelen bu tutkusu onun hayatını başkalarına kapatmış, başkalarının hayatına ilgisi de ancak sinema ve tiyatronun rafine dünyası içinde kalmıştı. Belli ki o kendisini sinema ve tiyatro dünyasının sakinleri arasında hissediyor, onların dünyasında mutlu oluyordu. Bahsettiğim sakıncaları olsa bile neticede bu hayatın defterini kendi açısından sorunsuz bir şekilde kapatabilmişti. Neticede o, hayatında böyle bir çabaya tutunmuş, kendisini atıl hâle düşürmemiş insanlar zümresindendi. Özgüveni yüksekti, galiba ondaki özgüvenin tek müsebbibi de buydu. Allah rahmet eylesin.

Kaynakça: https://www.biyografya.com/biyografi/13051 [Erişim Tarihi: 21.11.2019]

https://www.turkedebiyatcilar.net/muzaffer-budak-kimdir-hayati-eserleri [Erişim Tarihi: 21.11.2019]

Köşe Yazıları - 17:36 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal
Kamil Beki Kent Lokantası

SOSYAL MEDYA HESAPLARI

FOTOĞRAF GALERİSİ