13° Açık

BİR KÖY HİKÂYESİ

| Haber Girişi: 1 Temmuz 2025 11:29 | Son Güncelleme: 23 Temmuz 2025 01:30 A A

Köyler; cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan, toplu veya dağınık evlerde oturan insanların bağ, bahçe ve tarlalarıyla birlikte teşkil ettikleri, nüfusu iki binden az olan, yerleşim birimi olarak tanımlanmıştır. Kültürel zenginlikleri; kendine özgü gelenekleri, yemekleri, el işleri, şiveleri, doğal, içten davranışları ile bir hazinedir.

6360 sayılı kanun birlikte, büyükşehirlerde şehir yönetiminden mekânsal alan yönetimine geçilmiş ve özellikle köyden mahalleye dönüşen alanlar, başta mali yapıları olmak üzere önemli değişikliklere uğramıştır. Bu kanun neticesinde köylerin köy malları ile ilgili söz hakkı ve her türlü hakları da bağlı bulunduğu belediyeye geçmiştir.

Köyleri seviyorum. Köy insanlarını seviyorum. Köyde doğup yaşamasam da kendimi onlardan biri gibi hissediyorum. O nedenle de neler hissettiklerini anlayabiliyorum. Büyükkumla kitabım bitti. Yakında baskıdan gelecek. Ben sizlere bugün başka bir köyün hikayesini anlatacağım ama küçük bir dip not yazmadan geçemeyeceğim.

Herkes gider, köylü kalır. Onlar toprağa tutunup yaşarlar, kökleri çok kuvvetlidir. Nereye giderlerse gitsinler, yine köylerine dönerler. Lütfen, biz yasaların bizlere verdiği bazı haklarla onları üzmeyelim. Son günlerin konusu, köy konaklarını medeniyete açmak (söylenenlerin açılımı) konusunda düşüncem bu. Köylere yatırım yapabilirsiniz. Bu, size o köyün sınırları içinde yaşayan insanların hak ve özgürlüklerine müdahale etme hakkı vermez. Yabancıya, ranta değil de köyün insanına yatırım yapabiliyorsanız, o zaman iyi bir idareci olursunuz.

BİR BUĞDAY MAKİNESİ VE HAMİDİYE KÖYÜ
(Görüşme 2019 yılında yapılmıştır.)

“Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım.”

Bedri Rahmi Eyüpoğlu

 

2019 Kent Konseyi Başkan Yardımcılığım zamanında, bir ay gibi kısa bir zamanda, Gemlik Tarihini, Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği’nden arkadaşlarımla, Gemlik Belediyesi’nin de desteği ile hazırladığım festival çadırı, kısa bir zamanda hazırlanmasına rağmen, Gemlik’te özlenen duygu seline neden oldu. İkiyüz binden fazla ziyaretçiden hemen hemen hepsi çadırı gezdi ve belki de hiç unutamayacakları bir ilk yaşandı. İşte o çadırı gezen, çok duygulanan bir bayandan arkadaşım vasıtası ile telefon aldım.

Ellerinde hala çalışır halde bir buğday makinesi olduğunu söylüyorlar, isteyip istemediğimi soruyorlardı. “Sakın atmayın, ben bir şekilde gelip alacağım ve bir müzemiz oluncaya kadar koruyacağım” dedim. “Nasıl alırım, nereye koyarım?” diye düşünmeden, nasıl olduğunu bilmeden.

Büyükkumla’dan Ali Şengün ile çıktık yola.

Hamidiye Köyü’ne Umurbey’den gidiliyor. Bizi güler yüzlü bir hanımla eşi karşıladı. Makineyi, biz geleceğiz diye bahçeye çıkarmışlar, bekliyorlardı. Sadece makine de değil, içindeki eşyalarla adeta müze gibi bir ev bizi oldukça şaşırttı. Yeni güzel bir evin içinde bu kadar eski eşyaya rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Makine oldukça büyüktü.

O gün Ferdane Hanım ve eşi Hasan Basri Bey ile oturduk, sadece sohbet ettik. Bahçeyi gezdik, köyle ilgili bilgiler edindik. “En yakın zamanda geleceğiz” diyerek, aklımız orada kalarak ayrıldık.

Daha önceki tecrübelerime dayanarak biliyordum ki, Gemlik Belediyesi’nin henüz müze için tarihi eşyaları toplayacak bir korunaklı deposu yoktu. İnsanlar değerli eşyalarını verdiklerinde, kaybolmadan müzede bağışlayan kişinin adı ile görmek istiyorlar, haklılar. Neyse ki, bir dostum sayesinde makineyi saklayacak bir yer bulabildim. (Şimdi biz artık dernek olarak müze alanı içinde bir yere sahip olduk ama maalesef bu sefer de bize teslim edilen değerli eşyaları sergileme imkânımız yok. O nedenle buğday makinası hala emanette duruyor.)

Bu ev, köyü kuran Hacı Hüseyin Efendi’nin eviymiş.

Eskisi yıkılıp yerine yeni ev yapılmadan önce yerinde 11 odalı, üç katlı, beş tane salonu olan görkemli bir Koza Han varmış.

Hacı Hüseyin Efendi’den söz etmeden önce köy kahvesinde asılı köyün tarihine bir göz atalım.

93 Harbi olarak adlandırılan Osmanlı-Rus savaşı sonucunda 1878 Almanya’daki Berlin Antlaşması gereğince Batum, Kars, Ardahan ve Artvin’in Rusya’ya terk edilmesi ile Müslüman köylülerimiz Rusya’nın esaretinden kurtulmak için başlarına önder ve rehber bir kişi arıyorlardı. Köylülerin eşrafından Hacı Hüseyin Efendi ile görüşüldü. Hizmetlerini köylülerinden esirgemeyen bir şahsiyetti.

1878 yılında köylü kardeşlerimizin başına geçti. Padişahın yanında bulunan kendileri de Adliye Köyü’ne yerleşen, Müşir (General) Şakir Paşa ile birlikte Hacı Hüseyin Efendi, Padişah Sultan Hamid’e müracaat edip Bursa ili Gemlik ilçesinde iskân edilmelerini talep ederler.

Padişah Sultan Hamid, Çarşı Deresi ile Yalova Yolu üzerindeki geniş ovaya yerleşmelerini emretmiştir.

Köy kahvesindeki secere ve köyün tarihi ile ilgili özetle yazılanlar böyle.

Kimdir Hacı Hüseyin Efendi?

Torunu Hasan Basri Şentürk ve eşi Ferdane Hanım’dan dinleyelim. Anlattıkları köyün tarihine ışık tutuyor.

Hacı Hüseyin Efendi.

Hasan Efendi.

Osman Şentürk

Hasan Basri Şentürk.

Sırası ile kuşaktan kuşağa gelinmiş.

Hacı Hüseyin Efendi, Artvin Borçkalı. Sarayda Sultan Abdülhamit zamanında medresede okumuş. Osmanlı Rus 93 Harbi (1877-1878) sırasında Abdülhamit Han’ın talimatıyla saraydan böyle kişiler yurdun çeşitli yerlerine köy kurmak üzere gönderilmişler. (Aile 1873 yılı üzerinde duruyor) Muhacir olarak köylerini terk ederek, yeni yerleşim yeri arayışına çıkmışlar.

Hacı Hüseyin Efendi de kafilesi ile önce Bursa’ya gelmiş. Yıldırım ilçesini vermişler, istememiş. Sonra Gemlik’i göstermişler ama iklim şartları nedeni ile alıştıkları ortamı bulamayacaklarını düşünmüşler. Gemlik’te çok sıtma varmış. Araştırmaları sırasında Hamidiye’nin olduğu bölgeyi uygun görerek buraya yerleşme kararı almışlar.

Köyün planını Hüseyin Efendi çizmiş. Çok ileri görüşlü biriymiş. İstanbul’da hocalık yapmış.

Anladığım ve okuduğum kadarı ile Hamidiye isminde birçok köy kurulmuş. 2.Abdülhamit Medresesi’nde yetişen hocaları bu köyleri kurması için görevlendirmiş ve bu kişiler yurdun çeşitli yerlerine yayılmışlar. Köylerin adı da meşhur Hamidiye Alayı’ndan gelmiş. Genelde köylerin taşlık ve verimsiz oluşundan “Hamlık” kelimesinden de türemiş olabileceği düşünülüyor.

Ferdane Hanım, eşinin annesinden çok şeyler öğrenmiş. Tarihe de çok meraklı. Kendi çocukları da tarihe ilgiliymiş. Kayınvalidesinin anlattıklarını merakla dinlermiş. Kalan ne varsa korumuş, anıları belleğinde saklamış. Hayran kaldım anlattıklarına ve gösterdiği tarihi antika eşyalara. Şimdi oturdukları ev çok yeni, bakımlı. Sadece yanda eski tahta tekerlekler, soba gibi eşyaların olduğu bir yer var ilgimi çeken, oradan başlarmış eski evin yeri. Soba bizim kuzine sobaları andırıyor ama farklıydı. Üç de toprak tepsisi vardı. Yine bir tarihi büyük elek var. Hayli ilginç. Benim bildiklerim tel elek olurdu, bu deriden yapılmış.

Bahçede oturuyoruz; bir yandan sohbet ederken, Ferdane Hanım bir yandan gidip eski bir eşya getiriyor gösteriyor ve bildiklerini anlatıyor.

“Kuru, oksijenli, bol havadar yerlere alışan köylüler, Gemlik’in rutubetli, sivrisinek yuvası olan yerlerini beğenmeyince, buraya yerleşerek, ormanları kazarak evler, yollar yapmışlar. Bizim köyde herkesin yolu geniş, bahçesi vardır. Her kapı, araba girecek kadar geniştir. İlkokul, cami, çeşme yapılmış. Önce mahalle mektebinde eski yazı okumuşlar, sonra açılan Umurbey Köyü’ndeki Rüştiye’de öğrenciler eğitimlerine devam etmişler. Hatta Adliye Köyü de ikiye bölünmüş ve bir türlü aralarında anlaşamamışlar. O köyün planını da bizim dede yapmış.”

Hüseyin Efendi’nin ilk eşinden kızları var, oğlu olmamış. Eşi erken yaşta rahmetli olmuş. Dedenin bir ayağı da Bursa’daymış. Köyün işleri için gider gelirmiş. İkinci eşi yine kendisi gibi muhacirlerden biriymiş. Evlendiği hanımın oğlu ile Hacı Hüseyin’in kızı izdivaç yapıyor, soy buradan ilerliyor.

Ailenin en son ferdi (erkek) Hasan Basri Şentürk şu an hayatta.

Hüseyin Efendi evlenirken padişah, bir gümüş kemer, fincan, gelinlik ile bir yüzük yollamış. Atadan gelen eşyalar Ferdane Hanım tarafından özenle korunuyor. Zaten babaannenin de vasiyeti varmış: “Bu eşyalar bu eve geldi, evde kalacak” dermiş. Babaanneye kadar kaç kişinin elleri değmiş.

“93 Harbi’nde Artvin’den gelenlerin çoğu yanlarında bir şey getirmemiş. Bizimkiler bir kapı bir de sofra getirmişler” diyerek yüz yıldan fazla korunan ve saklanan yer sofrasını gösteriyorlar. Çocukları çok seviyormuş bırakmaya kıyamamışlar. Yine bir sarımsak dövme aleti var ki; inanın tüllerle sarmış saklamışlar, bakır kazanlar tencereler de hep büyüklerden kalan itina ile saklanan eşyalar.

Hüseyin Efendi’nin isminin başındaki “Hacı” lakabı, o zamanın zor şartlarında hacılık yapmasından. Deve sırtında 3-4 ay yol giderek hac yapmışlar. Şimdiki gibi bin uçağa git, değil.

Osman Bey’in babası Hasan Bey, bu köyde doğmuş. Osman Bey’in eşi ise doksan iki yaşında vefat etmiş. Çok becerikli bir kadınmış. Köyde bütün sünnet, düğün gibi cemiyetlerinde yemekleri o yaparmış. Cenazelerde helva kavururmuş.

Aile Yunan Harbi’ni görmüş. Yunan kaçmadan köye bir Rum satıcı dede eşekle iki dikiş makinesi getirerek satmış. Birini Osman Bey almış. Bu makine çalışır durumdaymış. Yine sahilde gidenlerin eşyaları Gemlik’te yaşayanlar tarafından kapışılmış. “Bir çarşaf takımı var ki, beyaz iş. İşçiliği görmelisin!” diyor Ferdane Hanım.

Bir de el dokuması kırmızı yün battaniye var, köyde dokunmuş. Köye müzeden insanlar gelmiş. Eski iki halıyı görünce istemişler, yerine iki yeni halı vermişler, alıp Ankara Müzesi’ne götürmüşler. (İlçemizde bunca yıl müze olmaması ile tüm kültürel mal varlığımız, tarihi eserlerimiz başka müzelere gitmiş) Eski ütüler, küpler, bakırlar, kim bilir şöyle bir deşip karıştırsa insan daha neler çıkar.

Ve gelelim yazımıza konu olan “Buğday Makinesi”ne. (Harman aleti)

Gördüğümüzde hayrete düştük. Çok güzel korunmuş ve çalışır durumda, markası üzerinde hala duruyor.

Makine Osman Bey’den kalma.

Eskiden burada tarım yapılırmış. Tahıl üretimi, hayvancılık, ipekböcekçiliği, bağcılık, tütüncülük köyün gelir kaynağıymış. Köyde, hatta civar köylerde böyle bir makine olmadığı için buğday makinesi köy köy gezermiş. Karşılığında da iki teneke buğday öğütür, bir kile buğday alırlarmış. Makine iki taraflı, buğdayı içine döküyorsun öğütüyor. Benim çadır müzeyi görünce beni aramaya karar vermişler. Dedelerinin, babalarının adı anılsın istiyorlar.

Hasan Basri Bey ve Ferdane Hanım’ın Gemlik’te evleri var. Gemlik’te oturuyorlar ama köyden de kopamıyorlar. Bahçelerini ekmişler. Çeşitli sebzelerin hepsi var. Yine meyve ağaçları da üstlerinde meyveleri ile harika gözüküyor.

Ferdane Hanım bir testi gösteriyor, “Bunun üstünden yağ doldurulur, dibindeki delikten akardı, bu küpe un koyardık. Her şeyin bir anısı var. Şilteler, kilimler atmaya kıyamıyorum, biz bütün misafirlerimizi köyde ağırlıyoruz. Köyde kışın genç nüfus yok, gelsen üç beş kişi anca bulursun. Burada sinek bile yok, havası güzel. Eskiden kapılarımız açıktı, herkes açar girer, kime ne lazımsa alırdı. Şimdi buralarda da yabancılar doldu. Eskisi gibi kimse kimseyi tanımıyor” diyor. Haklı sitemleri var.

Bugün çok güzel bir aile tanıdım.

Kendi heyecanımı başkalarında da hissetmek, ortak bir noktada buluşmak çok anlamlıydı.

Köy Enstitüleri kurulmalı. Bu hastalık nedeni ile hazır köylerin önemi anlaşılmışken.

Köylere yeniden hayat gelmeli.

Dilerim sözde kalmaz, müzemiz de kurulur. Osman Efendi’den kalma bir buğday harman makinesi ile birlikte, röportaj yaptığım kişilerden bir sinema makinesi, bir hallaç tokmağı, berber aletleri, makas, vs gibi birçok tarihi eşyanın sözünü aldım. Hepsi yerini bulmayı bekliyor.

Ferdane Hanımın yaptığı gibi anılarımıza sahip çıkmalıyız.

Bazen eski yazılarımı okuduğumda zaman makinesinden geçiyorum. Aradan neredeyse beş yıl geçmiş. Biz kendi adımıza dernek arkadaşlarımla elimizden geleni yapmış, hiç olmazsa bir “KÜLTÜR EVİ” olmasının mücadelesini yürütmüşüz, yürütmekteyiz ama bizim ve halkın çabası yeterli değil. O nedenle yetkililere sesleniyorum. İnsana yatırım yapın. Evler eskir, yollar bozulur, köprüler yıkılır ya da işte Büyükkumla’da olduğu gibi barajın suları altında kalır. İnsanı yaşatacak yine insandır.

***

HÜSEYİN CAHİT ATAN

Hamidiye Köyü’nden Hüseyin Cahit Atan bir yorumunda köyünü şöyle anlatıyor.

KÖYÜMDEN ÖYKÜLER

1943 yılında doğdum. Çocukluğumda köyümüzde, buğday ekilirdi, mısır ekilirdi, tütün ekilirdi, ipek böceği (koza) bakılırdı. Her evde irili ufaklı hayvan beslenirdi.

Rahmetli babam, 1950 öncesi muhtarlık yapardı. Köyün ihtiyaçlarını temin eder, adaletli şekilde dağıtırdı. Gaz, tuz, bez, hep karneye tabi idi. Genelde buğday, mısır, gibi tahıl ürünler satılmaz, kendi kışlık ihtiyaçlarımız olarak ekip biçerdik. Hasat zamanı köyün gençleri, kadınlar ve erkekler birlik olup özellikle buğday biçmek için imece yapılırdı. Bu dönem biz çocuklar için son derece eğlenceli bir dönem olurdu. Hem çalışırdık, hem eğlenirdik. Harman yapılır, sapla samanı ayırmak için yapılan düvenle harman çok eğlenceli olurdu. Düvenden inmek istemezdik. Bütün bu işler için bir çift öküz olması şarttır. Ekerken, biçerken, taşırken, harman döverken, samanları ve mısır saplarını tarlalardan taşırken, hep bir çift öküzle yapardık. Aynı zamanda hayvanlarında kışlık saman ihtiyacı olan, mısır sapını demet yaparak saklardık. Hayvanlar için fiğ ekerdik.

Her evde mutlaka sağmal inek ve sağmal koyunlar vardı. Sütten yoğurt, tereyağı, ayran, lor, peynir yapılırdı, besin kaynağımızdı hayvanlar. Koyunların yününden kışlık çorap, eldiven, kaşkol, iç giyim, fanila örülür, kışlık giysi ihtiyacımızı karşılardık. Ayrıca keçi de besleyenler vardı, etsiz ve sütsüz ev yoktu. Kurbanlık beslenir, fazlasını satardık.

Köyümüzdeki bahçemizde her türlü meyve bol bol vardı. Özellikle erikler, üzümler, kazanlarda kaynatılıp pekmez yapılır, cevizli sucuk yapılır, çoluk çocuk, kışın besin değeri yüksek, pekmez, pestil, cevizli sucuk, turşu, bol bol yenilir, kışlık gıda ihtiyacımızı karşılardık.

Kadınlarımız, buğdaydan tarhana, nişasta yapar, kışlık ihtiyaçlar karşılanırdı. Buğdayları çuvalla değirmene götürüp öğütürdük, un ve kepek elde edilirdi. Unla evin ekmek ihtiyacının yanında, çeşitli makarnalar, kuskus, düdüklü makarna, erişte, gibi unlu mamuller yapılırdı.

Kepeklerle hayvanları beslerdik. Tavuklar her evde bol bol vardı. Yumurtasından hazır öğün pişirip yenirdi. Kaynatılıp tarlalarda çalışırken en çok yenen gıda maddesi idi.

Bostanlık vardı. Sulak arazinin bir kısmı taze sebze ekmek için ayrılırdı. Bu sebzeler; fasulye, domates, biber, patlıcan, börülce, patates, taze soğandı. Taze soğanın üst yaprakları taze olarak yenir, sonbahara doğru tohuma bırakılır ve tohum elde ederdik. Bütün sebzelerin çiçekleri tohumluk verir, ilkbaharda yeniden ekerdik.

Koza beslerdik. Her evde bir ay süren yoğun bir emekle, dut yapraklarını dalıyla keser, yapraklarını temizler, doğrar böceklerin bulunduğu kerevetlerde serpiştirirdik. Koza yapacağı zaman asmalar diker, asmaların üstüne çıkıp kozasını örer ve kendini saklarlardı. Toplanan kozalar doğru Bursa Koza Han’a götürülür, orada satılır, evin yıllık nakit ihtiyacını karşılardık. Bu arada okula da tam gün giderdik.

İlkokulu köyümde okudum. Şükriye Köyü’nün talebeleri de bize gelirdi. Okulumuz iki katlı idi, alt zemin kat tamamen boştu, kışın dışarda çok kar olduğu zaman içeride oynardık. O yıllarda çok kış olurdu. Kar yağdığı zaman ilkbahara kadar yerden kalkmazdı. Kar üstüne kar yağardı, tipi, yapardı. Bazı yerlerde kardan yığılı dağ gibi yükseklikler oluşurdu. Kar yağdığı zaman okula gidebilmek için evin büyükleri çocuklara yol açarlardı. Boyumuza yakın yükseklikte kar oluşurdu.

Köyümüzde ilkokul öğretmenimiz, kendi köylümüzdü; rahmetli Mevlut Aksoy öğretmenimizdi. Çok disiplinli idi. Bizler okuyalım diye çok gayret sarf ederdi. Her akşam okul çıkışında kronolojik olarak tarihten soru sorar, bilene şeker verir, bilemeyenin hafif avucunu okşardı. Biz öğrencilere çok emek verdi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Velhasıl o kadar güzeldi ki her şey, aslında o zamanlar çok zenginmişiz. O zenginlik şimdi yok. Ne etimiz, ne sütümüz, ne tahılımız, ne de o yıllarda yapılan giyecek ve yiyeceklerimiz var. Bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Umarım ben yanılırım. Herkese sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunar, şükranlarımı arz ederim. Hoşça kalın!

***

Hamidiye Köyü’ne selam olsun. Hamidiye Köyü’nü köyün insanlarından dinlemek çok güzeldi. Köy hakkındaki geniş araştırmalarımı kitaplaştırma aşamasında daha detaylı paylaşacağım.

Kaynak: Sabahattin Özcan – Batum muhacirlerinin iskân edildiği Gemlik Kazası’nın Hamidiye Köyü’nde yapılacak camii, su yolları ve çeşmelerinin planı. Sene 1303 (1887)

 

Köşe Yazıları - 11:29 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal
Liberal