Z KUŞAĞI, VATAN, BAYRAK, ATATÜRK SEVGİSİ

Köşe Yazıları - 16 Eylül 2024 16:34

TSK tarihinde bir ilk yaşandı. Kara, Hava ve Deniz Harp okullarını kız öğrenciler birincilikle bitirdi. Mezuniyet törenlerinin ardından Hava Harp Okulu, Kara Harp Okulu ve Deniz Harp Okulu’nun birincisi olan başarılı kadın teğmenler dikkat çekti. Televizyondan gururla izledik.

24 yaşında, Kara Harp Okulu’ndan mezun olan Teğmen Ebru Eroğlu İstanbul’da doğdu, liseye kadar İstanbul’da öğrenim gördü.

22 yaşındaki Deniz Harp Okulu’nun birincisi Teğmen Şeyda Yıldırım’dı. Kocaeli doğumlu Yıldırım, mezun olmasının gururunu yaşadığını ifade etti.

Hava Harp Okulu birincisi ise, 23 yaşında olan Teğmen İkra Kuyumcu’ydu. Kuyumcu, İzmir Amerikan Lisesi mezunu.

30-31 Ağustos tarihinde yapılan tören gündeme damga vurdu. İşte, özlediğimiz Z kuşağını bu törenlerde gördük. Askerlerimiz “Atatürk’ün askerleriyiz” dedikleri için belki de ceza alacaklar. Şanlı, şerefli Türk Ordusu, Türk halkı ile kazanıldı bu ülke. Kara Fatma, Ayşe Hanım, Bitlis Defterdârı’nın hanımı, Kara Fatma Şimşek, Hatice Hanım, Tayyar Rahmiye, Melek Hanım, Gaziantepli Yirik Fatma, Mudurnulu Fatma Kadın, Nazife Kadın, Gördesli Makbule, Asker Saime Hanım Kurtuluş Savaşı’na katılan mücahit kadınlardan sadece bir kısmıdır. Onlar Mustafa Kemal’in askeri kadınlarımız. Ulu önderimizin yaptıklarını kim inkâr edebilir?

Kimdir Mustafa Kemal?

Mustafa Kemal Atatürk, Türk mareşal, devlet adamı, yazar, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.

Bizler şanslı çocuklardık. Sadece resimlerinden bir lidere yaptıkları ile âşık olduk. Bu aşk içimizi meşale gibi alev alev yakmakta, hiçbir şeyin onu söndürmeye gücü yetmez. Evimizde, okulumuzda, çevremizde, kitaplarda hep onun yaptıkları anlatıldı bize. O, Türk Milleti’nin kahramanı, Ata’sı. Varlığımızı ona borçluyuz. Sonrası malum. Duygularımızı, düşüncelerimizi yazmaktan, konuşmaktan imtina eder olduk. İşte buna rağmen bu gençler bizlerin umudunu yeniden yeşertti. Her şeye rağmen öyle bir Z kuşağı var ki!

Atatürk “Bütün ümidim gençliktedir!” diyerek boşuna söylememiştir.

Cumhuriyeti geleceğe taşıyacak gençlerdir. İşte bu nedenle, hangi yaşta olursak olalım, bizler Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklarıyız, daima çocuk ve genç kalacağız. Gerekirse vatanımız, bayrağımız, hürriyetimiz için savaşacağız. Varsın topumuz, tüfeğimiz, kılıcımız olmasın. Bizlere tencere, tava, kızgın yağ da yeter. Onun ilkeleri, sözleri doğrultusunda bayrağı elden ele taşıyacağız. İster asker, ister sivil olalım fark etmez. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.

Bayrak deyince; hadi Gemlik’e ve 30 Ağustos gününe dönelim.

Hiç okula gitmemiş, çok fazla evden çıkmamış, engelli bir çocuğumuzun vatan, bayrak, Atatürk sevgisine şahit oldum. Onun gözlerinde bayramı gördüm.

Kısaca anlatayım: Çok değerli bir öğretmen ablam aradı. Beş yaşlarında görünen ama on yaşında engelleri olan, konuşamayan bir çocuğumuzdan bahsetti. Sadece Atatürk’ün adını ezberlemiş ve bayrağa olan çılgınca bir sevgisi varmış. Bayrağını kaybetmiş.

Önce içinde Atatürk adı geçen bir derneği aramış; ne yazık ki onlar bu işi Kent Konseyi’ne havale etmişler. Sonra beni aradı. “Ben ücretini vereyim, sen ilgilenir misin?” dedi.

“Elbette siz merak etmeyin” dedim. Ücretin lafı bile olmaz; bunu, ben, sen, o, zevkle, istekle yaparız. Kent Konseyi’ndeki arkadaşlarıma söylediğimde başkan ve arkadaşlar “Memnuniyetle birlikte gidelim” dediler ve 30 Ağustos bayram sabahı törenden sonra gittik. Bizi görünce önce korktu. Atatürk tişörtleri onu biraz yakınlaştırdı ama Atatürklü bayrakla sevinç çığlıkları attı adeta. Sonra Kent Konseyi Başkanı ile bayrağı balkona astılar.  Evden “Bir isteğiniz olursa bizi arayın” diyerek ayrıldık.

Sonra, vasıta olan karşı komşu bana bir fotoğraf attı. Bu fotoğrafı arkası dönük olduğu için sizlerle paylaşmak isterim. Sık sık balkona çıkarak bayrağı kucaklıyormuş. “Düşecek diye korkuyorum ama öyle mutlu ki!” diyerek teşekkür ediyor. Bir çocuk düşünün; konuşamıyor ama bir tek “Atatürk” adını ezberlemiş. Sevgi öğretilmez, sadece yaşanır.

Başka söze gerek var mı?

Zaferimizin 102. yılını tüm yurtta ve ilçemizde coşku ile kutladık. Konsere şu gelmiş, az kişi varmış, şu olmuş, bu olmuş bunlar mesele değil. Çok meşhur sanatçı gelmemiş; gelmezse gelmesin. Konserde Z kuşağından gençleri gördüm, ellerindeki telefondan şarkıların sözlerini açmış, en az bizler kadar zevkle dinliyor, sözlere bakarak şarkılara eşlik ediyorlardı.

Biz; hürce, özgürce, çocuğu, genci yaşlısıyla birlikte yürüyebiliyor muyuz, şarkılarımızı söyleyebiliyor muyuz, törene katılıp bayramlarımızı kutlayabiliyor muyuz? Ona bakalım.

Önümüzde 11 Eylül Gemlik’in Kurtuluşu var. Gazeteye köşe yazılarımızı önceden gönderiyoruz. İnşallah ve dilerim ki, Gemlikliler olarak kurtuluş bayramımıza sahip çıkabilmişizdir. Yaşadıktan sonra göreceğiz. Yüzbaşı Şehit Cemal’i, Gemlik’te şehitliklerde yatan tüm şehitlerimizi, bu vatan uğruna şehit ve gazi olan başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, vatanın her yerindeki şehit olmuş sivil ve askerlerimizi saygı ve rahmetle anıyorum. Kurtuluş Günümüz de kutlu olsun. Nice bayramlara.

BİR YARIŞMA VE SONRASI

Z kuşağı ile devam edeyim.

Kent Konseyi’nde bir yarışma açıldı ve bu yarışma için bir slogan aradık. Konu “Gemlik” olsun dedik, duyurduk. Değerli ablam, emekli öğretmen Meziyet Tunalı başkanlığında ANAÇEV (Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı) yöneticileri de bu yarışmaya sponsor oldu. Vakfın Gemlik Şubesi sessiz sedasız, çalışmalarını fazla reklama gerek duymadan yürütür. Bağışçıları, gezi ve konser gelirleri ile her yıl 50-60 çocuk okuturlar. Elbette bu çocuklar ihtiyaç sahibi ailelerin üniversitede okuyan ve üniversiteye gidecek olan çocukları; fakat bizleri kırmayarak bu şekilde edebiyata da destek olmuş oldular.

Yarışma tarihi sonlandığında sadece beş çocuk kompozisyon yazmıştı. Haliyle uzatıldı. İlgi neden azdı? Önce bunu sorgulamak lazım. Dolayısı ile bizler de çevremizdeki gençlere, “Sizler de yazın” diye baskı yaptık. “Kazansanız da ihtiyacı olan birilerine bırakırsınız. Önemli olan; kendinizi ifade etmiş olursunuz” diyerek.

Sonrasında kompozisyonları kim okuyacak, neye göre değerlendirecek bu mesele oldu. Bana göre en az üç kişiden oluşan, bu konuda eğitimli bir jüri olmalıydı; basına açık olmalıydı. Beni tanıyanlar bilir; gerekirse, kendi içinde olduğum yerde bile yanlış giden bir şey varsa muhalefet olurum. Çünkü burada mesele yalnızca para değil, belki de edebiyatı seven, yazan, ileride de bu konuda çalışma yapacak gençlerin bu tutkusunu kıracaktı yarışmada aldığı sonuç. Türkçe, edebiyat eğitimi almış kişilerce, doğru ifade, imla kuralları ile yazılmış ve içeriği özümsenmiş olanlar seçilmeliydi. Henüz seçilen yazıları okumadım, umarım Kent Konseyi sayfasında yayınlanır, okuruz. İki öğretmenden birinin resim öğretmeni olduğundan söz edildi, doğru bulmadım. Bazı şeyleri içime sindiremesem de yarışmada derece alan ve elenen 16 genci kutluyorum. Önemli olan başlamak ve yılmamak. Değil mi ki; özgüvenle oturdunuz yazdınız, bize Gemlik’te biz de varız dediniz, hepiniz gönlümüzün birincisisiniz, gözlerinizden öpüyorum.

Bende samimiyetle söyleyeyim: Her yarışmanın önceden bir kuralı açıklanır. Kural dışı olan her şey yarışmaya gölge düşürür. İmlası iyi olmayan, çok kısa yazılmış ama samimi yazılmış bir yazıya samimiyet ödülü verilmiş, okuyan öğretmenlerin kanaatince. İşte bunu da profesyonelce açılmış bir yarışmada etik bulmadım. İlk detayları konuştuğumuzda “isimler seçici kuruldan gizli tutulmalı, rumuz olmalı” diye öneri getirmiştim. Değerlendirme bu şekilde yapıldıysa, diğer 10 çocuğa haksızlık yapılmıştır. İster ihtiyacı olsun, ister olmasın.

Değerli Özcan Vural büyüğümüzü de bu vesile ile rahmetle anıyorum. Vefatından derin üzüntü duydum. Yazıları ile ışık oldu bizlere; aydınlattı ufkumuzu, ışıklarda uyusun.  “Yaz” demişti bana. “Kim ne derse desin, sakın yazmayı bırakma, kendin ol, kendin gibi yaz. Çok güzel yazıyorsun” diyerek cesaret vermişti.  Hiç unutmayacağım. O nedenle, çocuklar sakın bırakmayın yazmaya devam edin. Cesaretinizi kırmayın. Düşünüyorsanız, hissediyorsanız, varsınız.

Değerlendirmede seçilemeyenlerden bir kompozisyonu torunum Berker Gürle yazdı. Bu yıl İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği’nde üniversite hayatına başlayacak. İlkokula başlayan, diğer okullarımızda ve üniversite de 2024-2025 döneminde eğitim hayatına atılacak olan tüm öğrencilerimize başarılar diliyorum.

Bakalım gençlerimiz Gemlik için ne hissediyor, ne düşünüyor? Diğer 15 genç arkadaşımız da isterlerse, yazılarını bana gönderirlerse köşemde yayınlamaktan onur duyarım.

GEMLİK’İN UMUDU GELECEĞİN MİMARI OL!

Sokaklarında gezmek yeterli değildir bir şehri tanımak için. İnsanlarını da bilmek gerekir, değerlerini de. Ve tüm bunları bildikten sonra, işte o zaman fikir üretebilir insan. Buna yaşamak denirse, bir şehirde yaşadıktan sonra hayal kurulabilir. İnsan, bir gün ‘yaşamak’ denilen olguya eriştiğinde özgürdür fikir üretmeye. Ve belki de o fikirler, bir neslin geleceğini yaşayacağı bir şehri görebilir, itebilir insanları sevmeye. İşte bir Gemlik düşünmek için, Gemlik’te yaşayabilmek, sevebilmek ve sevdirebilmek gerekir.

Peki, nedir Gemlik? Veya Gemlik’te yaşamak? En önemlisi de, Gemlik’i düşünmek nedir? Doğduğun evin, büyüdüğün sokağın, gittiğin okulun adını bilmek; Gemlik’i düşünmek için yeterli midir? Bunların hepsinin cevabı bellidir özünde: Gemlik’i sevmeden, Gemlik düşünülemez. Ve bu yazıyı yazan ben, Gemlik’i çok seviyorum, biliniz. Biliniz ki, bu yazıyı da o sebeptendir yazıyorum.

Çocuklarımız, torunlarımız geleceğimiz – Toprağa ne ekersek onu biçeriz. Defne- Arda ve Berker.

Yaşadığım şehrin, biriktirdiğim anıların ve neşeli günlerin sadece bana ait değil, bir nesle ait olmasını dilerim. Mutsuz bir nesilden çok, mutlu bir neslin yetişmesini dilerim. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir neslin. Sokaklarda değil, kırlarda gezen ve dağlarda, ağaçların gölgelerinde dinlenebilen; en tabii hâliyle ‘huzurlu’ olabilecek bir neslin.

Sokaklarda gezerken kara kara düşünecek bir nesil istemem, bir köşeyi dönerken dâhi tedbirde olan bir nesli hiç istemem. Geceleri sokaklara çıkmaktan kaçınan bir nesil, türlü zehirlerle zihnini yitiren bir nesil kâbus olur da dar eder uykumu bana. Söyleyin, endişe etmekte haksız mıyım, daha iyi bir memleket için?

Gemlik’in sokakları çok güzel, hiç şüphesiz. Ancak bazı yerleri tekinsiz. Ve insanları soğuk, konuşmak istemez hiçbiri. En önemlisi de Gemlik’in kendisine ait bir toplumu bulunmuyor; ne bir kültürü, ne de tarihi biliniyor. İşte, ilk şikâyetim budur: Gemlik’in kendisine has bir toplumunun, beraberinde bir kültürünün ve bir birikiminin olmaması.

Gemlik’in, şüphesiz turistik topraklardan hiç eksiği yok. Hatta, zannımca fazlası da vardır. Böyle bir durumda, Gemlik fazlası varken niye uçurumdan sarkıyor? Dağları güzel, körfezi güzel ve şehri, en güzeli. Körfezinde apaçık rengiyle, masmavi deniz kucak açmışken; insanlar neden başka bir tatil beldesine ihtiyaç duyuyor, neden masmavi deniz kirleniyor?

Gemlik’te bir kumsal görmek isterim, sıcak kumların üzerinde ufukları seyredebileceğim. Dizime kadar suya batabileceğim. Bir kum tanesi eksik Gemlik’te, üzerinde eğlenebileceğim. Bir diyeceğim de şudur: Kim kollayacak Gemlik’i seven insanları, bir gün yer sallanınca ve bir suskunluk yayılınca? Bir deprem günü, yiten canları kim geri getirebilecek? Sözüme kulak veriniz, veriniz ki birçok can, molozların altında değil de sevenlerinin yanında ebediyete erişsin. Sözün özü; insanlar kazanılmalı, kültürüyle ve tarihiyle beraber. Körfezi değişsin, toprağıyla ve suyuyla beraber. Binaları değişsin, ağaçlarıyla ve çiçekleriyle, böcekleriyle beraber. Ağaçlar büyüsün, çiçekler belirsin; çocuklar koşarken, bağ bahçede eğlenirken. Elleri dumandan değil, toz topraktan kararsın çocukların. Bir gün değil de, her gün gülebilsin.

Sokaklarında beton parçaları değil, çiçekler yetişsin; bağlarına, bahçelerine binalar değil, ağaçlar dikilsin; sahiline kayalar değil, sularıyla kumları serilsin. Ben böyle bir Gemlik isterim; varsın olsun, neslimiz gelişsin. Gemlik değil Türkiye’de, tüm Dünya’da bilinsin. Gemlik’i, Gemlikli olanlar değil Gemlik’i sevenler değiştirsin. Gemlik’te ‘yaşayanlar’ inşa etsin.

Berker GÜRLE

BENZER HABERLER