ANNEM MUTLU OLMAMI İSTERDİ
Annesi öldüğünde annem ellidört yaşındaydı.
Ben o zaman on sekiz yaşındaydım.
Yaş problemi gibi başladım ama mesele yaş probleminden daha karmaşık.
Annem çok ağladı annesine. Çok bilmiş ben “Yavv annen kadar yaşasan yirmi sene ömrün kaldı. Ne ağlıyorsun anne? Geh geh geh…” diyordum. Bazen dinlemeyip ağlıyordu, bazen “Ben de anne oldum artık ağlamayayım” deyip hak veriyordu bana. Hak vermesi şimdi daha çok burkuyor içimi.
Uzun zaman önce izlediğim bir videoda gazeteciler, Prenses Diana hakkında bir soru soruyordu oğluna. Çok kısa bir süre yere bakıp sonra cevaplıyordu. Altına birisi “Prens de olsan, padişah da olsan annen olmayınca küçük bir çocuk. Boynun bükülüyor” mealinde şeyler yazmış. Geri sarıp bir daha izledim o kısmı. Hakikaten öyle. Geçen o geldi aklıma; bir de Prens’e ağladım. Ne var sanki, gözüme mi yapışacak?
Ben öyle annesiyle çok iyi anlaşan bir kız değildim. Son zamanlarımız saçma sapan didişmelerle geçti. Hayatım boyunca yapmadığım kavgayı, ölmesine bir iki sene kala yapmıştım. Bundan sebep, acım daha büyük oldu.
En derinlerde, bir insanın ruhu kaç kilometre derinse, taa orada nefes alan bir pişmanlıkmış bu. Yıllar geçmiş, o azap hiç bitmemiş. Cennet cehennem kafa yoruyoruz ya; işte uzak değil, tanıştırayım; cehennem bu. Vicdan, insanın kendi içinde taşıdığı cehennem oluyor işte. Ben o cehenneme kendimi atmışım.
İyi ki de öyle oldu. Ben ölseydim, annem daha büyük acı çekecekti. Kıyamam ki…
Her gün anneme dua ediyordum son zamanlarda. Her gün küçük de olsa onun için bir iyilik yapıyordum. Vicdan azabımı hafifletmek için yapıyormuşum meğer.
Uzun zaman suçlu aradım. Allah’a kızdım.
“Neden annemi kırmama izin verdin? Hangi günahımın bedeli bu?” dedim.
Allah görüldü attı, cevap vermedi.
Sonra anladım; zaten kader diyemezdim, ben kendim etmiştim.
Oklar bana döndü sonra. O oklar tek tek saplandı ruhumun her yerine. Kendimi suçladım, yargıladım. Daracağına yolladım; astım kendimi, ölmedim. Ölünmüyor vicdan azabından. Bak, cehennem böyle bir şey, ölemiyorsun.
Sonra yeniden yargıladım kendimi.
Kendimi kopyalayıp hem hakim, hem savcı, hem avukat oldum. Sanık sandalyesinde yine ben. Acayip bir mahkeme oldu ama iç işlerine karıştırtmam kimseyi. Nemrutlar filan ama adil, savcı da hakim de. Dosyayı inceledim tek tek; tüm döktüğüm gözyaşlarını, çektiğim azapları. İyi olma çabalarımı…
En çok da o yirmibeş yaşındaki, salya sümük sanık sandalyesine bile oturamayıp yerlerde sürünen halimi göz önünde bulundurarak affetme niyetindeyim kendimi. Hala sürüyor mahkeme ama beraat çıkacak gibi.
Hem ben annem olsam çoktan affetmiştim beni.
Hem zaten hakkını helal etmişti hepimize.
Hem zaten annem hep ne derdi:
“İt de ana olmaya görsün.
Biraz fazla ısırmışım ama n’olmuş?”
Beni bekleyin anacım. Şu kalan son işkenceleri bitirip geliyorum.
Çünkü biliyorum; annem mutlu olmamı isterdi.
-
Rusya’dan Suriye’ye Gözdağı
-
Meteoroloji’den İstanbul’a Uyarı!
-
Sıkıyönetim ilanı Güney Kore’yi karıştırdı!
-
Yenidoğan soruşturmasında 2. dalga operasyonu
-
Mudanya BESAŞ Satış Fabrikası Açıldı
-
İstanbul’da en fazla olayın yaşandığı ilçe belli oldu