Parçalı bulutlu

AYDAN HANIM

| Haber Girişi: 1 Temmuz 2024 15:02 | Son Güncelleme: 6 Temmuz 2024 15:05 A A

Güneşli güzel bir gün. Sert geçen bir kışın ardından bayram gibi geldi mübarek. Hava, küçükken karnım ağrıdığında annemin verdiği nane limon çayı kadar ılık. Aşık olasım var. Otuzaltı senelik kocam dururken elin adamına aşık olmayayım diyorum. Hoş, o da bir zamanlar elin adamıydı ama artık benim adamım. Kocamın hayaline bir öpücük atıp sokak kedilerine laf ata ata gidiyorum işe.

Kreşim var benim. Kendi halinde, mütevazı bir mahalle kreşi diyemeyeceğim. Bildiğin şubelerim var. Kırk yıldır kreş karteliyim. Rakiplerimin hepsini piyasadan sildim. Biraz palazlananların can damarını kestim. Şaka şaka! Yani kısmen şaka. Kırk yıl önce bu işe bir apartmanın zemin katından bozma bir yerde başladım ve o kadar çok sevdim, öyle gönül verdim ki, sevgimle yayıldı markam. Hemen her şehirde bir şubem var. O kadar titizlikle seçiyorum ki iş arkadaşlarımı, tam içime sinmeden asla vermiyorum bayiliğimi. Dahası sektördeki tüm arkadaşlarımızla tatlı bir rekabet ve uyum içinde çalışıyoruz. Birliklerimiz, derneklerimiz var. Çocuk yetiştirmeyle alakalı farkındalık eğitimleri, seminerleri veriyoruz.

Çocuk neyi, neden yapar? Dünyamıza cıbıl cıbıl giriş yapmış bu kendini dahi ifade edemeyen, altını pisleten, bezleri yüzünden poposu kocaman,  mis kokularını sala sala gezen, bacak kadar boylarıyla hayatlarımızı ele geçiren, ceza-i ehliyeti dahi olmayan, kazara bir kenti yaksa hakimin ceza vermeyeceği, veremeyeceği eli de gözü de kendi de oynaşta olan bu minnak insanlar, aslında neyi amaçlamaktadırlar? Heh işte! Bunların hepsini açıklayan, anlatan konferanslar, seminerler, eğitimler serimiz var. Demesi ayıp; kendi yetiştirdiğim eğitmenler veriyor bu eğitimleri.

Hayatın anlamını aradığım günlerde girdim bu yola. Okudum, okudum, okudum da okudum. Kutsal kitabın ilk emri gibi okudum. Her şeyi okudum; okullar okudum, kitaplar okudum, hayatı okudum, muhterem hayatı okudum! Çocukluktaki yazılımla çalışıyor insan denen makine. O yaşlarda bulaştırılan virüsler, sonraki hayatında donmaya, çalışmamaya, tutukluluklara sebep oluyor. O yüzden, koruyabildiğimiz kadar koruyalım çocuklarımızı diye seferber olduk, olmaya da devam ediyoruz gönül vermiş arkadaşlarımla. Işık işçileriyiz biz! Fikirlerimizle, ruhumuzla, şefkatimizle, neşemizle inşa ediyoruz geleceği! Reklam sloganı gibi oldu he!

Allah’tan arabayla gelmedim de şu güzel havanın tadını çıkara çıkara geldim.

- “Zili çalayım bakalım kim açacak kapıyı benim güzellerimden?”

Ding dong.

İçeriden gur gur gur bir gürültü kopuyor. Çocuklarımla birlikte Sevgi Öğretmen açıyor kapıyı. Sevgi’m ismiyle müsemma akıllı dünya tatlısı, enerjik, ışıl ışıl bir genç kadın. Sarılıyoruz birbirimize. Çok uzun zaman oldu görüşemedik. Tam on altı saat! Çocuklar da bize sarılıyor. “Sevgi Yumağı” oluveriyoruz birden.

Yalnız, çocuklarımdan biri uzaktan hınçla bakıyor bize; Aydan. Bakmayın kaşlarını çattığına… Gülünce insanın içini neşeyle dolduran bir kız o. Altı buçuk yaşında. Bu son dönemi bizimle birlikte. Dört buçuk yıldır geliyor ve dört buçuk yıldır, haftanın dokuz günü annesi bıraktıktan sonra ağlıyor. Herhangi bir sebep için ama. Bazen tokasındaki süs düştüğü için, bazen sütünde fazla bal olduğu için, bazen arkadaşı ondan önce sınıfa girdiği için, bazen asmaya çalıştığı montu düştüğü için, bazen uykusu geldiği için, bazen acıktığı için, bazen yemek yemek istemediği için, bazen o tokken arkadaşları yemek yediği için, bazen ojeleri istediği gibi olmadığı için…

Aydan, ay gibi bir kız. Çok güzel gözleri var; iri iri, kahverengi. Çok klasik olacak ama kirpikleri de kaşlarına değiyor. Gamzeleri var iki yanacığında, tam mercimek burnunun hizasında. Gamzelerini az görüyoruz, nadiren güldüğü için ama gülünce bahar geliyor insanın içine inanın. Dişlerini dememe gerek var mı? Kedi dişinden bile güzel. Saçları lüle lüle. Fındık kız. Hem o kadar akıllı ki, keyfi yerinde olunca şakalar yapıp kırıp geçiriyor bizi gülmekten.

Ben size onun robot resmini çizerken o hala gözlerinde aynı hınçla bana bakıyor. Göz hizasına inip soruyorum:

- “Günaydın Aydan Hanım. Nasılsınız?”
- “Hımh!” deyip ağlamaya başlıyor.

Evet kıymetli arkadaşlar, günlük ritüelimiz başlıyor. Ağlaması derece derece artıyor. İstikrarlı çocuk. Bir kaç dakika sonra doruk noktasına ulaşıyor. Elinden tutup odama götürüyorum. Diğer çocuklar etkinliklerine devam ederken ben Aydan’ın ağlamasını dinliyorum. Arada saçlarını okşayıp güvende olduğunu fısıldıyorum. Laf olsun diye soruyorum neden ağladığını. Bir yandan hayal gücümün sınırlarını zorlayıp tahmin yürütmeye çalışıyorum. Belki ayakkabısı tozlanmış diye ağlıyor, belki sabah evden çıkarken kedisi ona miyav demediği için ağlıyor, belki bebeğinin elbisesini beğenmediği için ağlıyor… Çok büyük bir bilinmezlikle karşı karşıyayım.

Bir müddet daha ağlamayı sürdürüyor. Soran gözlerle ona bakmaya devam ettiğimi görünce bağırarak cevap veriyor:

- “Annemi özlüyorum!”

Profesyonelliğin canı cennete! Gözlerime yaşlar akın ediyor. Beni öyle görünce biraz sakinleşiyor. Daha doğrusu, şaşırıp ağlamasının şiddetini azaltıyor. Bu kez, soran gözlerle o bana bakıyor. Kollarımı açıyorum. Hiç bir şey sormadan koşup sarılıyor. Ona demiyorum ama, içimden “Her çocuk annesini özler yavrum. Altıbuçuk yaşında da olsa altmışbeş yaşında da olsa!”…

Evet, ben tam altmış beş yaşında, iş güç, torun torba sahibi kocaman kadın, ıpılık bir bahar gününde, altıbuçuk yaşında bir kız çocuğuna sarılıp, anneme ağlıyorum.

Köşe Yazıları - 15:02 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal