Kapalı

BOLLUK VE BEREKETİN TEMSİLCİSİ ZEYTİN

| Haber Girişi: 16 Ekim 2024 12:30 | Son Güncelleme: 20 Ekim 2024 12:33 A A

“Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığı için.”
Nazım Hikmet

 

Öyle çok şey yazılır ki zeytin üzerine, zeytin ağacına yaptığımız tüm kötülüklere rağmen hala yüzümüzü güldüren zeytine selam olsun.

Bir zeytin zamanı daha geldi. Evlerin avlularında yeşil zeytinler makinelerden geçirilerek seçme tahtalarına dökülmeye başladı. Üreticinin yüzü gülüyor. Ahh, biraz da daha iri olsa, yağmurlar daha fazla yağsa! Bu yıl zeytin ve yağ bol. Birkaç gün önce Umurbey’e Beyler Mezarlığı’na gitmiştik. Aşağıya inerken açık kapılardan birinde avluda zeytin seçen bir kadın ve zeytinleri makinadan geçiren eşi dikkatimizi çekti. Gülerek selam verdik ve kısa bir sohbet ettik. Şimdi zeytinleri daha yeşilken toplayıp kırmalık zeytin, daha küçüklerini de yağ yapanlar var. İstanbul’da dükkanları varmış, yağ ve zeytinleri oraya gönderiyorlarmış. Yeşil yeşil iri zeytinler bidonlar dolusu avluya dizilmişlerdi.

Gemlik Zeytini Festivali yapıldı. Festivalin 1. ve 2. günü tatildeydim ancak fotoğraflardan izleyebildim. Üçüncü günü öğleye doğru festival alanına gittim. Gemlik Kadın Girişimciler Derneği’nden arkadaşlarımız stant açtılar. Girişimciler için bayramlar, özel günler, festivaller kendilerini tanıtmaları için bir imkân. Zeytin ile çok ilgili olmasa da ilgi çekiyor. Yeri olmayan kadınların, evlerinde yaptıkları kendi el emeklerini derneğin ekonomik yönden güçlenmesi için bağışladığı bu festivalde canlı performanslar çok güzeldi ve dikkat çekti. Geri dönüşüm, çini, resim yapan arkadaşların başı çok kalabalıktı. Şimdiden 50 üyeye ulaşan bu kadın derneği projeleri ile oldukça ses getirecek. Gemlik Belediye Başkanımız Şükrü Deviren bu konuda girişimci kadınlara destek olma sözü vermişti. Alanda da tüm samimiyeti ile onları ziyaret etti, resimlerini imzaladı.

Festival biraz aceleye gelmiş, üzerinde fazla düşünülmemiş gibiydi. Seneye umuyorum ki çok daha güzel olacak. Bu festivaller ilçelerin tanıtımı açısından çok önemli. Sadece konserlere umut bağlamamalı. Birçok yerde böyle zamanlarda turizm patlaması yaşanıyor. Mesela Alaçatı Ot Festivali’ne gittim gördüm. Bizimki ile kıyaslanamaz. Önemli olan turist çekmek. Zannediyorum tanınmış bir sanatçı gelmesine rağmen dışarıdan fazla gelen yoktu. Yeni, denenmemiş ilginç fikirler şimdiden gündeme alınmalı. Tekrarlar eskiyi aratır. Hiç olmamasından iyi diyerek devamını dileyelim.

Kaç yaşına gelmiş olursak olalım, bize çocukluğumuzu anımsatan, geçmişe götüren ne varsa içimizi ısıtıyor. Bizler eşeğin ya da atın semeri yanında zeytin küfeleri ile zeytinliklere giden çocuklardık. Semerin üzerinde bir çocuk, yanda iki daha küçük çocuk güle oynaya eğlenerek zeytine giderdik. Küçük sepetlerimize minik ellerimizle zeytin toplardık. O nedenle kortej yürüyüşündeki Sinan Kenar Bey bana göre plaketi hak ediyordu. Umurbey’den Adnan Bey yanıma yaklaştı, oldukça da sitemliydi. “Bunu yaz” dedi. Bir yazımda bir iki cümle ile değindim ama sanırım Belediye Başkanımıza da bu sitemler iletilmiş olacak ki, kalkmış gitmiş Sinan Bey’i ziyaret etmiş ve plaket yaptırmış. Ne kadar güzel, çok mutlu oldum. Organizasyonlarda yanlışlar, eksikler her zaman olur. Büyüklük; gönül almak, telafi etmek. Gerçekten takdir ettim. Tebrik ediyorum.

KÜFECİLİK SANATININ SON TEMSİLCİSİNİ DE KAYBETTİK

Ve zeytinle ilgili yazdık madem, dün beni çok üzen bir haber aldım.

Kendisini 2019 yılında tanımıştım. O yıl zeytin festivalinde büyük bir müze çadırı hazırladım. Zeytin tüccarları, yağ fabrikaları, küfeciler gibi aklınıza gelen fotoğrafını bulabildiğim kişilerin fotoğraflarından oluşan bir de sergi yaptım. Köylerden topladığım küfeler, zeytin tarım aletleri bu çadırda yer aldı. Çok ilgi çekti ve akın akın sergiyi gezen insanlar vardı. Arkadaşlar birinin beni görmek istediğini söyledi. Çadırdan çıktım, bir erkek bana sitemlerle yaklaştı. Küfeleri göstererek ‘bunlar benim’ diyordu. Önce anlamadım. O ısrarla bana kızıyor, “Niye benim resmim yok?” diye soruyordu. Ben nereden bilebilirdim herkesi? Defalarca duyuru yapmıştım. “Neden vermediniz? dedim. Sonra kim olduğunu öğrendim; gittim kendisi ile söyleşi yaptım, gönlünü aldım. Yaptığı sepetlerden hediye etti. Defalarca görüştük. Böbreklerinden rahatsızdı ve bu sanatı öğretmek istiyordu. Kaybetmişiz. Mekanı cennet olsun.

***

KİMDİR AHMET BEKTAŞ?

Babam, Orhangazi Narlıca Köyü’nden küfe ustası Ali Bektaş. Ben 1949 senesi Narlıca doğumluyum. İlkokulu Narlıca’da okudum. Aslında okumaya hevesli zeki bir çocuktum ama baba mesleği olduğu için babamın yanında küfeciliği öğrendim ve askere kadar hem tarım işleri ile uğraştım, hem babama yardım ettim.

Eşim Türkan Bektaş da benim gibi Narlıca Köyü’nden. Aynı yaşta olduğumuz için okulu Narlıca İlkokulu’nda birlikte okuduk. Onun babası da benim babam gibi küfeciydi. 16 yaşında görücü usulü ile evlendik. Biz akrabayız, bize “kimi alacaksın” derlerse o olur. Ailemle birlikte oturduk. Dört çocuğumuz var; iki kız, iki erkek. Çok şükür eşimle hiç sorunumuz olmadı, iyi geçindik.

Askerliğimi Çankaya Köşkü’nde yaptım. Cevdet Sunay’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemde. O zaman polisle ortak görev yapıyorduk. Tezkere bıraksaydım polis olarak kalacaktım. Babam geri dönmemi istedi. “Senin kazandığın para paşa maaşı. İki çocuk baba diyecekler. Onlara ne diyeceğim?” dedi.

Gemlik’e geldiğimde 30 yaşındaydım. Bu sanatı burada ilerleteceğimi düşündüm. Zaten küfe yapmak için haftanın beş günü gidip geliyordum. Bu meslek köyde para kazandırmaz ama Gemlik’te o zamanlar 27 küfeci vardı. Hepsi de para kazanıyordu. Çocukların ortaokula gitme zamanı da gelince, Gemlik’e taşındık.

Zeytin halinde belediyenin 62 dükkânı vardı (şimdi otopark oldu). Orada 30 sene dükkân çalıştırdım. Sabah erkenden gelirdim, çok çalışkandım. 2-3 tüccara dönüşümlü küfe yapıyor, ancak yetiştiriyordum. Birine yalnızca 100-200 küfe yapardım. Hepsi de büyük tüccarlardı. Hasan Dillioğlu, Salih Kaya, Cahit Durmaz, Mehmet Durmaz, Yaşar Sarıca, Kavlak, Ali Rıza Koral, Kemal Kılıç gibi birçok tüccarla çalıştım.

Damacanalara kılıf yapardık bir ara İstanbul’a. Sadece küfe yapmadık. Cam sehpa için alt hasır ördürdüler. Kanada’ya, Almanya’ya iş yaptım. Cahit Durmaz’a sele yaptım, o gönderdi.

İzzet Kaptan’a yağ damacanalarına küfe yaptım. Bittikten sonra “Borcumuz ne” dedi. Çıkardı bir çift küfe parası verdi. Kimse ile pazarlık yapmadım. Hakkımı peşin peşin ödediler. Çünkü yaptığım işten memnun kalırlardı. Tüccarların burunları büyük olur ama daha yapmadan cebime “İhtiyacın vardır” diye peşin para sokanlar oldu. Ben hepsi ile iyi diyalog içindeydim.

Eski küfecilerin iki tanesi zengindi. Geldiğimde ben bu işin inceliklerini tam bilmiyordum. Üç kardeş küfeci Refikler vardı. Benden çok ustalardı. Yaptıkları küfeler benimkilerden çok iyiydi. Taktir ediyordum. Sanatlarını sır gibi saklıyor, “Kimse bizim gibi yapamaz” diyorlardı. Bir gün Ali Osman Taylan beni 20-30 kadar küfeyi tamir etmem için çağırdı. Anahtarı bana verdi, çıktı gitti. Onlar gidince küfeyi söktüm dağıttım, nasıl yapmışlar inceledim. Aynısını yaptım. Sonra tabi o şekilde yapmaya başladım. Gelip geçerken bakıyorlar, “Ahmet bizim küfelere benzetmeye çalışıyor. Cin başka, şeytan başka” diyorlar birisine. Ben duydum!

İki minyatür küfe yaptım, kahvede cebine koydum. İki zeytin koyacak kadar bile küfe yaparım. Hatta köyde var bu küçüklükte yaptıklarım. Refik abi “Bana küfe yap” dedi. Ben de “Sen kendin yap. Cin başka, şeytan başka” dedim. Refik abi ağladı, “Aferin oğlum sana. Senden başka kimse benim gibi yapamadı” dedi.

Kimseye söz verip, kapora alıp da yalancı çıkmadım. Bazıları ise aldığı kaporayı yer, içer, harcar; küfeyi zamanında teslim etmezdi. Benim içkim, sigaram, kumarım hiç olmadı. Evden işe, işten eve gidip geldim.

Yan komşum 100 tane küfe biriktirmiş, satamıyormuş. Çubukçuya borçlanmış, sıkışmış. Adam alacağını istiyor, borç karşılığı gelip küfeleri alacak. “Ben peşin vereyim alayım. Sen de paranı peşin al, 500 lira vereyim” dedim. Önce nazlandı ama baktım ertesi gün küfeleri benim kapıya yığmış. Biri geldi İstanbul’dan, küfe arıyor. Kimsede hazır küfe yok. Piyasası 800 lira. “1000 lira verirsen veririm” dedim. Mecburen verdi. Tabii arkadaş bozuldu bu işe ama “Sen bedava verecektin, eline toplu para geçti” dedim. Karlı bir iş oldu benim için.

Neden bıraktınız?

1990 yılına kadar gece gündüz çalışıyordum ama plastik çıktı, ham madde gelmedi; dayanamadık, kapattım. Dükkânı kapattığımda emekli olmak için 7 ay eksikti. Bir fabrikaya bekçi olarak girdim. Oradan emekli olduktan sonra köye döndüm. Bu arada yine de mesleği bırakmadım; hem zeytinliğime baktım, hem de sanatımı yaptım.

Sağlık durumum nedeni ile Gemlik’teki evimize geri geldik. Böbrek hastalığı için diyalize girmem gerekiyordu. Köyden gelip gitmek zordu. Gemlik’e geleli kırk sene oldu. 73 yaşındayız. 80 senesinden beri bu mahallede kendi evimizde oturuyoruz. Şehit Hüseyin Çataltaş Sokağı. Bir ara elim hissizleşti, küfe yapamadım ama komşumun kızı “Bana küfe yap” dedi, beni teşvik etti. Baktım yapabiliyorum ben, oyalanmak için yeniden başladım. Dağlardan çubuk buldum. Kıyılardan köşelerden buluyorum. Kestane ağacından sülün gibi. Benli Köyü’nden birisi ve köylerden bana çubuk getiriyorlar. Yaptığım küfeleri köşede bir adam var, ona veriyorum. “Sen ne kadar yaparsan alırım” diyor. Üstüne kâr koyup satıyor. İşimi çok seviyorum.

Eskiden nasıldı peki?

Kamyonla çubuk gelirdi. 16 küfeciydik aynı yerde, paylaşırdık. Normal bir zeytin küfesi 50-60 kilo zeytin alır, 60 kilodan 90 kiloya kadar olur küfeler. İsteğe göre de yapılır. Fındık, meşe, kestane, kayın çubukları küfe için uygundur. Küçük küfelere, selelere sele zeytini tuzlarlar. İşten başımızı kaşıyamadığımız zamanlardı. Hiç sosyal hayatımız yoktu. İlçemizde 27 küfe yapan usta vardı. Bir dernek bile kurmuştuk; “Küfeciler Derneği”.

100-140 lira arası küfeler, 10-50 lira arası küçükler. İşçiliğine göre satılıyor şimdi. Bu küfeler dolu olduğunda bir kişi kaldıramaz, iki yanından iki kişi tutar, öyle kaldırır. Eşeğe yüklemek, ata yüklemeye göre kolaydı ancak yüklemek işi uzmanlık işiydi. Küfeyi bir yandan kaldırırken, aynı anda ipi semerin gegecine bağlamak ustalık ve güç istiyordu. Bu nedenle belini inciten çok olurdu.

Bu meslek sizce neden kayboldu?

Kandıra’dan ham madde gelirdi. Küfeciler hammadde bulamadı. Plastik seleler çıktı. Artık küfeci kalmadı. Bu nedenle bu sanatı tanıtmak için arayıp beni buluyorlar. İznik’ten bir bayan aradı. Gazeteye ilan vermiş. Deniz kenarında bir müze var. Davet etti, eşimle gittik. Oraya birkaç parça yaptıklarımdan verdim.

Çarşamba günü burada bir okulda müze olmuş, beni alıp götürecekler. Oraya da sele, sepet verdim. Galiba mesleği anlattıracaklar onlar da.

Orhangazi’de kadın girişimciler kooperatif kurmuş. Beni Orhangazi’de müdür olan damadım sayesinde bulmuşlar. Geldiler, aletlerimi aldılar, götürdüler, aynısından yaptırdılar. Şimdi beni evden alacaklar. Bu sanatı öğretmemi istiyorlar. Fakat çok zor, kolay değil. Zor meslek bu. Ayrıca “Herkes kaşık yapar ama böyle düzgün yapamaz.”

Yarın önce çubuk kesmesini öğreteceğim. (Bana da gösterdi ve videoya çektim) Bir ara Orhangazi’den geldiler, küfelerden lokantalarına lamba yapacaklarmış. Yine biri geldi, tavuk yumurtlatmak için sepet sipariş etti ama gelmediler. Küfe sepet kalmaz ama, bunlar talep işi. Şimdi özel sipariş olursa, parasını peşin alıyorum.

Gemlik Kent Konseyi (geçen dönemler) yüz tane küfe sepet istedi. Onlara, Marmarabirlik’e de toplu işler yaptım. Marmarabirlik’te birisi bir sepet görmüş, “Seninkilere benziyor” belediyeye yap dedi. Önce 20 tane istediler, sonra 100 tane yaptırdılar.

Bu işten çok kazandınız mı?

Her şeyimi bu işe borçluyum. Bu evi aldım, zeytin ağacı aldım. Çocuklarımı okuttum, evlendirdim. Eşimle umreye gittik.

İşimi yaptığım zaman dünyayı unutuyorum. Dünyaya yeniden gelsem yine aynı işi yapardım. Orhangazi Kadın Girişimciler’e on sepet yaptım. Hediye vereceklermiş. 9 tanesini yaptım, bir tanesini gece kalkıp tamamladım. Yapacak bir işim varsa gözümü uyku tutmaz.

Çocuklarımızın biri okudu, İstanbul’da. Bu evde eşimle ikimiz yaşıyoruz. Gemlik’teki kızımız bizi hiç bırakmaz gelir işimizi görür. Bir kızım ve damadım Orhangazi’de onlarda gelirler.

Bir oğlum Borusan’dan emekli. Üç yıl kadar önce zeytin ağacından düştü. 29 Ekim’de 3 yıl olacak. Doktorlar öldü diye bıraktılar önce. Belin’de ameliyatlar oldu. Şimdi daha iyi. Oyalanmak için bu sepetleri (dekoratif sepetler) yapıyor, biz de kapı önünde satıyoruz. Bizim mahallede zaten komşular gelir toplanır, beni seyrederler. Kapı önü kalabalık olur.

Türkan Hanım’a sordum; eşiniz nasıl biridir?

Eşimle küçük yaşta evlendik. Bana çok iyi baktı. Köy kızıydım ama hiç zeytine bile göndermedi. Ev işi yaptım, çocuklarımı büyüttüm. Her zaman bana yardımcı oldu. Hacıya götürdü, ayağımı yere bastırmadı. Komşularım gelir, bize çay demler eşim. Yanımızda oturur, işini yapar. Zaten isteseydik kurs görmüş gibi bu sanatı öğrenirdik. Çıkan yongaları da komşulara soba tutuşturmak için toplar, veririz. İznik’te gördüğümüz bayan, yongaları bile sergiliyordu.

***

Kaybolan bir mesleğin son temsilcilerinden biri ile 2021 yılında yaptığım bu sohbet benim için çok keyifliydi. O minyatür sepetler, seleler çocukluk anılarımı tekrar yaşattı. Küçük kız torunuma hediye ettim o gün verdikleri küçük sepeti. Belki bir gün elinden tutar onu zeytinliğe de götürürüm, küfeci amcayı ve eskilerin masalını anlatırım. Nurlarda yatsın, unutmayacağız.

Köşe Yazıları - 12:30 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal