Kapalı

GAZETECİ EMEKLİ OLUR MU?

| Haber Girişi: 10 Şubat 2024 12:32 | Son Güncelleme: 23 Şubat 2024 12:58 A A

Çalışan Gazeteciler Günü’ne Dair Bir Yazı…
Gazeteci Emekli Olur Mu?

“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” münasebetiyle; siyasiler, kamu ve özel kuruluşların temsilcileri kutlama mesajı yayınlıyorlar. Ziyaretlerde bulunuyorlar. Basın çalışanlarını bu özel günlerinde yalnız bırakmamaya gayret ediyorlar. Hele ki bir de seçim döneminde olduğumuzu düşündüğümüzde, bugüne teveccühün her zamankinden daha fazla olduğunu da söyleyebiliriz. Bazı kutlama mesajlarında, hızını alamayanların “Dünya 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” şeklinde ifadelere de yer verdiğini gördüm. Bu yanlış bir ifade çünkü bugün ülkemize özel ve bize has bir kutlama günü.

Peki hiç düşündünüz mü? Nedir bu çalışan gazeteciler günü? Dilimiz döndüğünce anlatmaya gayret edelim.

“Çalışan Gazeteciler Günü” nitelemesindeki “çalışan” ibaresi aslında bana hep garip gelmiştir. İroni yapmıyorum ama Kolombiyalı Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Gazeteci, yaşadığı çağın tanığıdır” sözünün verdiği motivasyon ile eşdeğer oranda hem de…

Belki de herkese nasip olmayacak ve çağa tanıklık edebilme ayrıcalığına sahip bir iş kolunda, çalışan-emekli ayrımının olamayacağını düşündüğümden olsa gerek. Çünkü tanıklık ettiğiniz ve kayıt altına aldığınız bilgiye muhtaçlık; gazeteci olarak çalıştığınız dönemden sonra, sonsuzluğa irtihalinizin ardından bile geride bıraktığınız sararmış gazete kupürlerine müracaat etmeye zorluyorsa meraklısını, o zaman bu işin bırakın çalışanı-emeklisi, eskisi-yenisi, çok net söylüyorum; hayatta olanı-merhumu bile olmaz, olamaz.

Çalışan Gazeteciler Günü özelinde derinlere inersek; meşhur 212 Sayılı Fikir İşçileri Kanunu yürürlüğe girdiğinde gazetecilere sağladığı haklar nedeniyle, önceleri bayram olarak kutlanan bu özel günün, kamu hizmeti yaptığını unutup çorap fabrikası işletir gibi hareket eden ekâbir gazete patronlarına karşı bayrak açan basın emekçilerinin bir zafer nişanesi olarak tarihe not düşüldüğünü görebiliriz. Bu arada; haklarını temsil etmem lazım, ‘cuk’ oturan ‘çorap fabrikası’ yakıştırması bana ait değil. Yeni basın yasasına karşı protesto amaçlı günlerce gazete çıkarmayan gazete patronlarına karşı direnen ve kendileri gazete çıkaran dönemin basın emekçilerinin bir ifadesidir bu söz. “Daima halkın hizmetindeyiz” manşetiyle çıkan gazetede, gazeteci meslektaşlarımız patronlara tarihi bir ayar vermişler ve onlara şu ifadelerle seslenmişlerdir. “Temel hak ve hürriyetlerimizin gerçekten kısıtlandığı, yalnız basının değil bütün memleketin gerçekten eşi görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde bile gazetelerini kapatmayan ve protesto yoluna gitmeyen gazete sahiplerinin, şimdi bir ilan kurumu için yaptıkları bu hareket, basın tarihimizde herhalde şerefli bir yer kaplamayacaktır. Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir.” Ne asil bir duruş değil mi?

Medya patronlarını bile zıvanadan bu derece çıkaran ayrıcalıkların, sadece geleceği gazete patronunun iki dudağı arasından alınıp, kalemi kırılmadan yaşadığı çağa şahitlik yapabilmesine imkan verilen gazeteciler olduğunu söylemek de elbette tek başına doğru olmaz. Aslında bu sayede, doğru, objektif ve editoryal olarak bağımsız haberlere ulaşma imkanı verilen okuyucuya asıl ve büyük ayrıcalık sağlanmıştır. Kısacası ödüllendirilen okuyucudur. Gerçi 1961 yılında basın emekçilerine ve dahi okuyuculara sağlanan bu ayrıcalıkların bazıları, daha üzerinden henüz 10 sene geçmişken 1971 yılında dönemin muhtıracıları tarafından geri alınınca ‘Çalışan Gazeteciler Bayramı’ ismi ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ olarak değiştirilerek kutlanmaya devam etmiş, ancak her geçen gün gazetecilerin imkan ve ayrıcalıkları ortadan kalktıkça, eski ihtişamlı günler maalesef geride kalmıştır. Meraklılarına ve özellikle genç basın emekçisi kardeşlerime, o günleri ilgili kaynaklardan okumalarını ve yaşananları araştırmalarını salık veririm. Basın emekçileri adına bugün içinde bulunulan durumu ise kendisi de uzun yıllar ‘kaşeli muhabir’ gibi garabet bir sistemde emeği sömürüldüğü için bugün erken emeklilikten yararlanamayan biri olarak, uzun uzun anlatıp kesinlikle hamaset yapmayacağım.

Gazetecinin yaşadığı çağa şahitliğine bu kadar atıfta bulunup, kendi şahitliğine dair bir şeyler paylaşmamak da olmaz elbette…

Sene 1993… Basın sektöründe genelde; televizyoncular, radyocular veya dergi ve ajans çalışanları önce gazetecilik yaptıktan sonra bu alanlara kayar ve oralarda ihtisaslaşırlardı. En azından o yıllarda bu yöntem daha yaygındı. Ben ise mesleğe 1993 yılında, göbekten giriş yapmıştım. Gemlik TV isimli yerel televizyon kanalında, alaylı olarak mesleğe atıldım. O yıllarda Bursa merkezde bile yerel TV kanalı yoktu. Karasal verici ile yayın yapıyorduk. Çok genç yaşta olmama karşın TV’de program yapıyor, haber sunuyor, muhabirlik, kameramanlık yapıyor ve montaj masasına oturuyordum. Kısacası her işe koşturuyordum. Kanalın kurucusu, muhterem babam Mustafa Demirok idi. Kendisi İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümü mezunu idealist bir mühendis olduğu için bu konuda çok istekli ve mücadeleci idi. Televizyon işini bir maddi kazanç kapısı olarak görmüyordu. Üniversite yıllarında ihlas ve samimiyeti gönül mimarı Mehmet Zahid Kotku’nun, aksiyon insanı olmayı Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in ve mücadeleciliği ise Mücahit Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın bizzat dizlerinin dibinde öğrenmişti. Bu yüzden bu işi, bir hizmet ve hayırda yarışma fırsatı olarak değerlendirmek istiyordu. Mesleğe başladığımız o yıllarda henüz çok genç olmamız hasebiyle daha işin ağır sorumluluğundan yeterince haberdar değildik. Ama çok çabuk öğrenip, bu imkanı iyi değerlendirip, adeta bir sıçrama tahtası olarak kullandık. Mesleki yeteneğimin de da bunda payı büyüktü sanırım. İşe baba mesleği olarak başlamak bir avantajdı benim için. İki seneye yakın süren TV tecrübesi sonrası, radyoculuk ve çeşitli ajansların muhabirliğinin ardından, süreci tersine ilerletmede sona gelip, 1998 yılında Gemlik’in ilk ofset basım tekniği ile hazırlanan fotoğraflı yerel gazetesini çıkaran ekipte yer aldım. İlk diyorum çünkü o yıllarda yerel gazeteler; dönemin gazete çıkaran matbaalarında bu teknolojik imkanlar olmasına karşın, hâlâ tipo makinelerde hurufat ile basılıyor, gazeteler fotoğrafsız yayınlanıyor ve sadece şehrin bir iki önemli ismi ile mülki erkânın fotoğrafı için ise klişe kullanılıyordu. Yerel TV’de olduğu gibi yerel gazetede de ilçenin basın konusunda ilklerine imza atma şansını bir kez daha elde etmiştik. Basılı medya ve internet medyası kavramlarını konuştuğumuz ve dijital dönüşümü iliklerimize kadar hissettiğimiz bugünün 2024 yılından o günlere bakınca, insan tebessüm etmeden yapamıyor doğrusu. Gerçi şehrin ilk şehir portalı olan Sanal Gemlik isimli internet sitesini kuran ekipte yer alma şansını da yakalamış olsam da şu anki dijital medya ve özellikle sosyal medya alanındaki gelişmeleri hayret ile seyrediyorum. Çektiğimiz fotoğraflara birkaç kişi daha sokmanın mücadelesini verip, yüksek tiraj için 50-100 adet fazladan gazete sattırmak için çaba gösterilen yıllardan, milyonlarca defa izlenen video haberlerine ulaştığımız dönemleri yaşıyoruz artık…

Yerel gazetecilik konusunda da oldukça deneyim elde ettiğim 1999 yılında, Hürriyet Gazetesi’nde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Yerel Medya Ödülleri Yarışması” ilanını gördüm. Yarışmanın uluslararası bir hüviyeti vardı ve Türkiye ve Almanya’da görev yapan yerel gazeteciler arasında düzenlenmişti. O dönemde Gemlik Egemen Gazetesi’nde yaptığım bir haberin tam da bu yarışmaya uygun olduğu fikri hasıl oldu bende.

1.800’lü yıllarda Gemlik’te Papaz Okulu olarak inşa edilen eski bir Rum binası, halk eğitim merkezi kurs binası olarak kullanılıyor ve onlarca branşta yüzlerce kursiyer burada eğitim görüyordu. Defalarca ilgili kurumlarca “Her an yıkılabilir, yangın anında büyük can kaybı yaşanabilir” raporlarına rağmen akıl almaz bir aymazlık ve ısrarla 200 yıllık bu ahşap binada gerekli önlemler alınmadan eğitime devam ediliyordu. Bu vahim durumu gazete olarak manşetten verdiğimiz “Ölüm Tehlikesi Altında Eğitim” başlıklı haberin yer aldığı gazete nüshasıyla hemen yarışmaya müracaat ettim.

Bir süre sonra sonucu, şu an medya çalışanlarına özel kanun olan 212 sayılı kanuna tabi olarak “emekli” olan Türkiye’nin en büyük şehir gazetelerinden Bursa Olay Gazetesi’nin o dönemki Gemlik muhabiri sevgili ağabeyim Cemal Kırgız’dan aldım. O neticeyi benden önce öğrenmişti. Beni evden arayıp heyecanla “Oğlum ne yaptın sen? Bölge bile değil, direkt haber merkezinden aradılar. TGC’nin uluslararası yarışmasında Türkiye ikincisi olmuşsun. Hemen buluşalım. Acilen yarın için haber yapmam lazım.” deyince, alelacele ofisinde buluştuk. Kıdem, yaş ve deneyim olarak benden çok ileride olan Cemal abi fotoğraflarımı çekiyor ve benden yarışma ile ilgili bilgi alıyordu. Haberi yazarken kullandığı daktilonun, ucundaki harfleri kağıda vuran kollarının şakırtısına, fotoğrafımı çektiği dia film takılı makinenin deklanşör ve perde sesleri karışıyor, ben ise yüzüme patlayan flaş ışığının eşliğinde, mesleğe yıllarını vermiş bir emektarın karşısında, 21 yaşında genç bir gazeteci olarak biraz da mahcup bir halde detayları anlatıyordum. Haber yazma işi bitince, fotoğraf makinesini fermuarlı siyah ışık geçirmez kumaş torbasına koydu. Lastikli yerlerinden kollarını sokup, içeride makinesindeki filmi kesip, yine siyah ışık geçirmez film kutusuna yerleştirip torbadan çıkardı. Zarfa koyduğu filmi de bana verip “Hadi aslanım, Bursa’ya giden ilk belediye otobüsüne ver bu zarfı. Aracın plakasını da bana haber et. Yarın çok sayıda Olay Gazetesi almayı da unutma” dedi ve bizim röportaj bitti. O zamana kadar farklı mecralarda yüzlerce haber yapmış biri olarak kendime ait fotoğraflı haberimi, ertesi gün gazetede görünce genç bir gazeteci olarak çok mutlu olmuş, tarif edilemez duygular yaşamıştım.

Ardından TGC benimle irtibata geçti ve ödül töreni için tarih ve yer bildirdi. Ödül töreni için Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin merkezinin yer aldığı İstanbul Cağaloğlu’ndaki cemiyet binasına gittim. Tören her bir karışı tarih kokan binadaki Burhan Felek Konferans Salonu’nda idi. 250 kişilik konferans salonu hınca hınç dolu. Cemiyet Başkanı merhum Nail Güreli, protokol üyeleri, duayen isimler, ünü yaygın gazeteciler, töreni haber yapmaya gelmiş medya mensubu gazeteci ve televizyoncular… Herkes orada. İlk şoku atlattıktan sonra hemen dereceye girenleri masa üzerinde yer alan plaketlerde yazan isimlerden inceledim. Dereceye giren tek ilçe gazetesi temsilcisi olarak kendi ismimi gördüm. Birinci meşhur medya patronu Sabah Gazetesi’nin de sahibi olan Dinç Bilgin’e ait İzmir Yeni Asır Gazetesi’nden Mehmet Şakir Örs’ün yazı dizisi idi. “Türkiye’nin en köklü gazetesi” sloganıyla yayın yapan ülkenin en eski gazetesinin hemen ardından ikinci olmak beni çok mutlu etmişti. Gemlik Egemen Gazetesi’ndeki haberi ile ikinciliği elde eden bu fakirin ardından üçüncü ise Konya Anadolu Manşet Gazetesi’nden Ali Sakal olmuştu. İlk üçte iki Konyalı gazeteci. Çok şaşırmış ve sevinmiştim ki mansiyon ödüllerinden birinin de Konya Yeni Gazete’den Ayşe Bağrıaçık’a ait olduğunu öğrenince, şaşkınlığım ve sevincim daha da arttı. Hele hele ödülümü dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Konyalı hemşerimiz Ali Müfit Gürtuna’nın elinden alınca, sevincim artık zirve yapmıştı. Üç genç Konyalı gazeteci o gün orada, doğup büyüdüğümüz şehrin ismini defalarca anons ettirerek vefa borcumuzu ödemenin hazzını yaşamıştık. O gün orada hissettiğim sevinç, heyecan ve mutluluğu asla unutamam. Laf aramızda, o dönemin rakamları ile hatırı sayılır meblağda kazandığım para ödülü ile dönüşte Gemlikli meslektaşlarıma verdiğim kutlama yemeğiyle sevincimi paylaşma imkanını da yakalamıştım.

Yarışmayı ortaklaşa düzenleyen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Konrad Adenauer Vakfı; yarışma sonrası 2000 yılında Antalya Belek’te bir “Türk-Alman Yerel Gazeteciler Semineri” düzenlediler. Programa şimdi her ikisi de merhum olan halef-selef Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başkanı usta gazeteciler; Nail Güreli ve Orhan Erinç, dönemin Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilcisi Wulf Schonbohm, adı basın davaları ile özdeşleşen Avukat Fikret İlkiz ve yarışmada dereceye giren Alman ve Türk yerel gazete çalışanları iştirak etmişti. Bende katılımcılar arasındaydım. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti mesleki açıdan en eski, büyük ve saygın kurum idi. Konrad Adenauer Vakfı ise özgürlük, adalet ve dayanışmayı ilke edinen; insanın onur, hak ve yükümlülükleriyle her şeyin merkezinde yer aldığına inanan bir felsefe ile çalışmalarını sürdüren, Almanya merkezli bir dernekti. Bu bağlamda çok sayıda ülkede; farklı alanlarda faaliyet gösteren birçok dinamikle, demokrasi odaklı faaliyetler yürüten bir oluşumdu. Bu yarışma derneğin; Türkiye’de yerel medyaya yönelik sürdürdüğü destek çalışmalarının bir ayağını oluşturuyordu. Derneğin düzenlediği eğitim çalışmalarından, Balıkesir ve Yalova’da tertip edilenlerine ben de zamanında iştirak etmiştim.

Sempozyumda; Almanya’da gazetecilik mesleğini icra eden meslektaşlarımız ile karşılıklı görüş alışverişinde bulunma ve birbirimizi tanıma fırsatını yakalamıştık. Çok faydalı ve ufuk açıcı bir organizasyon olmuştu benim açımdan. Gerçekleştirilen oturumlarda, Alman ve Türk gazeteciler birbirlerine mesleki deneyimlerini aktarıyorlardı. Konuşmacı olarak yer aldığım sempozyum oturumlarında, bende genç bir gazeteci olarak, Türkiye’deki yerel gazetecilik nasıl ve ne şartlarda yapılıyor ve karşı karşıya kaldığımız mesleki sorunlar hakkında detaylı bilgiler vermiştim.

Ancak konuşulanlardan ortaya çıkan; ülkeler arasındaki refah seviyesi ve gazetecilik mesleğinin icra biçimleri arasındaki uçurum, beni hayrete düşürmüştü. Teknik ve teknolojik ekipman imkanı, çalışanların ücretleri gibi konularda aramızdaki makas çok açıktı. Benim için son derece kıymetli bir deneyim idi.

Yazının başında, “Gazetecinin çalışanı-emeklisi, eskisi- yenisi, hayatta olanı-merhumu olmaz” demiştik ya…

Şahitlik edip size aktardıklarımda; tüm bunlara örnek ne çok kişiden, “gazeteciden” bahsettik değil mi? Acaba haklı olabilir miyim?

Gazetecinin emeklisi olur mu? Ne dersiniz?

Bugünün yeniden, “çalışan-çalışamayan” tüm gazeteciler için “bayram” olarak kutlanmaya başlanacağı günlerde buluşmak ümidiyle.

Köşe Yazıları - 12:32 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal