HAYATIN İÇİNDEN: ENES DİRSEK
UMURBEY YAYLALARINDA GENÇ BİR KEÇİ ÇOBANI
Sen bizim köyleri görmedin ki hiç,
Yolları toz-çamur, evleri kerpiç.
O kirli kabukta, o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör.
Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı,
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki…
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.
Ünlü şair Abdurrahim Karakoç, “Anadolu Sevgisi” şiirinde, “Hele yaylalara çıkılsın da gör” demiş. “Kozca’dan Günümüze Umurbey Köyü” kitabımı yazarken 23 yaşında bir keçi çobanı ile tanıştım ve ilginç yaşamı, yaşam felsefesi, olgunluğu, bilgisi, kültürü ile beni kendisine hayran bıraktı. Yazdıklarını okuyunca sizler de bana eminim hak vereceksiniz.
Günümüzde azalan meslekler arasında gelen çobanlık mesleğinin, insanoğlunun göçebe, yarı göçebe hayata geçmesiyle birlikte ortaya çıktığı görülmüş. Dünyanın en eski meslekleri arasında avcılık, çiftçilikle beraber çobanlık da ayrı bir önem taşımış.
Yeryüzünde çobanlığı bilmeyen, çoban kültürünü yaşamamış bir millet yoktur denebilir. Bu kültür; dili, sözlü edebiyatı, müziği, oyunları, giyim kuşamı, mimarisi, yiyecek ve içecekleri, gelenekleriyle daima antropolojik, etnolojik, folklorik ve filolojik araştırmalara konu olmuştur.
Hadi gelin yaylalara çıkalım, gönül perdesini sökelim ve sevgili Enes’i tanıyalım. Bakalım gönlünden geçenleri nasıl anlatmış?
Ailen ve kendin hakkında kısa bilgi verebilir misin?
Adım Enes Dirsek. 30 Aralık 2000 yılı, Bursa Osmangazi doğumluyum. Gemlik Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Gemlik Umurbey yaylalarında hayvancılık ile uğraşıyorum.
Babam Tamer Dirsek, Umurbey köyünün yerlileri olan Manavlardandır. (Manavlar, Marmara Bölgesi’nin güneyi ile doğusunda ve çevre bölgelerde yaşayan yerli Türkler’dir) Babam Buski’den emekli, çiftçilik ile uğraşır. Annem Nurşen Dirsek, Şahinyurdu köyü Pomaklarından, Derviş sülalesindendir, ev hanımıdır.
Çocukluğun nasıl geçti?
Çocukluğum Gemlik’te, -okul zamanını saymazsak- boş zamanımın belli bir bölümü anneannemin bahçeli evinde, kimi de köyde kıra bayıra giderek geçti.
Ninemin bahçesinde olan şeftali, vişne, dut, erik ağaçlarının yemişlerini, Isparta gülünün, asma yaprağının, kavak mantarının, kara incirin lezzetini, Şahinyurdu’nda bahçemizdeki fındık, incir, ceviz, ak-çakır dutlar, sarı erik ile köy armudunu, koca dutun altına yaptığımız salıncağı, Umurbey’de kiraz, ceviz ile zeytin zamanlarının tatlı telaşını, Parmakbağlar mevkisindeki yemişliğimizin mürdüm eriğini, köy pınarlarından gürül gürül akan buz gibi sularını, bunların yanında ailecek yaptığımız piknikleri, mangalları, gezileri, çocukluk hisleri ile bunlardan aldığım tadı hiç unutamadım. Hele baharda olan zeytinlik otlarının, zeytin çiçeğinin kokuları benim için bambaşka hatıralardı.
Köyde oturmasam da ninemin öncelerde oturduğu evinin bahçesinde, vişne ağaçlarının altındaki salıncakta sallanmak, hamak kurup açık havada kitap okuyarak yeşilliğin keyfini çıkarmak, iğde ile ıhlamurun çiçek zamanı mahalleye yayılan kokuları duymak, yazın gece bahçede yıldızlara bakarak ve uçakları izleyerek, onları sayarak yatmak, canım sıkıldığında toprak ile, bitkiler ile uğraşabilmek ve bunu şehrin kenarında çok uzaklara gitmeden yapabilmek benim için paha biçilemez idi. Her insanın çocukluğu toprağa değerek geçmeli diye düşünüyorum. Ne yazık ki, şimdi bunlardan bazıları kalmadı ve benim de şimdilik bunlara ayırabileceğim zaman oldukça kısıtlı.
Çobanlık baba mesleği mi, çoban olmaya nasıl karar verdin?
Çobanlık baba mesleği değil. Büyükler zamanında hayvancılık yapıp koyun, keçi, inek, at gibi hayvanlara uzun yıllar bakmışlar ama o dönemlere denk gelmek bana nasip olmadı. Doğrusu, o zamanları görebilmek isterdim. Çünkü ben dedelerimi hiç görmedim ve bence onlarla dağda, kırda vakit geçirmek güzel olurdu. Ancak anlatılanlar ile hayal kurabiliyor insan.
Bu işe karar vermem şöyle oldu: Ben işte çalışırken eniştem Şahinyurdu’nda keçi bakan akrabamızdan birkaç hafta bakıp sürüye geri götürmek için kızına oğlak getirdi. Oğlaklardan kardeşlerimin de istemesi ile fırsat bu fırsat deyip bu oğlakların bütününe Umurbey’de bakmaya başladım ve hayvancılık ile uğraşmaya karar verdim. Bu küçük bir başlangıçtı. Ben her zaman ”Okuyacaksam iyi bir üniversite bölümünü kazanıp kaliteli bir eğitim almalı ve böylece iş hayatına atılmalıyım veya okumazsam da kendi işimde çalışmalı ve gelişmeliyim” düşüncesinde idim. Bir zaman sonra karar verip Umurbey’in yaylalarına gelmemiz ile hayvancılık maceram tam olarak başladı.
Kaç hayvan bakıyorsun, cinsleri neler?
Şimdilerde 100 civarında keçim ile birkaç tane yol arkadaşı köpeğim (Kangal, Zerdava) var. Kıl keçisi, Maltız keçi, Halep keçisi cinslerinde, az sayıda da değişik cinslerden kırma keçilerim var. Aslında birden çok cins hayvan bakmak işleri daha da zorlaştırıyor ama ben türlü türlü keçilerimin olmasından memnunum, mutluyum. Birbirinden başka cins olsalar da sonuçta bütünü de keçi ama cinslere göre huyları, sesleri, verdikleri ürünler fark ediyor. Bu farklılıkları görebilmek de benim hoşuma gidiyor.
Hayvanlar nerede barınıyor?
Hayvan çadırımız var ve keçiler orada barınıyorlar, bakımları da orada yapılıyor.
Bu hayvanlar sütü, eti ve kurban için mi besleniyor?
Keçiler, kendi aralarında verim özelliklerine göre et cinsi keçiler ile süt cinsi keçiler diye ayrılırlar. Et cinsi dediğimiz ırkların et verimi süt verimine göre daha iyi olduğundan bu cinsler, sütünden çok eti için yetiştirilir. Bunlara örnek olarak yerli keçi ırklarından Kıl, Tiftik, Urum, Norduz, Honamlı keçilerini; yabancı keçi ırklarından Boer, Jamnapari keçilerini söyleyebiliriz. Süt cinsi keçi dediğimiz ırkların süt verimi et verimine göre daha iyi olduğundan etinden çok sütü için yetiştirilir. Bunlara örnek olarak yerli keçi ırklarından Maltız ile Halep keçilerini, yabancı keçi ırklarından ise Saanen, Alpin, Mursia-Granada, Skopelos keçilerini söyleyebiliriz. Kimi süt keçisi cinsleri az kilolu olup pek et tutmaz iken, kimi cinsler ise hem etçi hem sütçü özellikte olurlar ve buna kombine ırk keçi de denir. Her ne kadar yerli keçilerimiz olan Maltız ile Halep keçilerine ülkece süt keçisi cinsleri desek de, bunlar ile yukarıda saydığım yabancı süt keçisi cinslerinden bazıları aslında ikili verimli/ikili özellikli keçi; yani kombine ırk keçidirler. Bu bilgiler ile anlayacağınız bizdeki kıl keçilerini eti için, Maltız ile Halep keçilerini ise sütü için bakmaktayız.
Hayvanların bakımı, doğumu vs hakkında bilgi gerekiyor mu, herkes çobanlık yapabilir mi?
Kesinlikle bilgili olmak ve deneyimli başlamak çok önemli. Çünkü canlı hayvanlarda yapacağın her hata verim ile kazancın azalması demektir. Sıfırdan başlamak, bu canlı iş için önemli ölçüde dayanıklılık ve bilgi öğrenme isteği/azmi gerektirir. Araştırma ve gözlemleme her zaman devam ettirilmelidir. Hayvancılık azim ile dayanıklılık ister. Herkes değil de çoğu insan bu işi yapabilir ama bunu uzun zaman sürdürmek her yiğidin harcı değildir. Çoğu kişi yapamaz bana göre. Gerçekten emek isteyen bir iş ve herkes buna dayanmaz. Seven ise biraz zor bırakır. Çobanlar kendi aralarında buna hastalık der. Hayvana alıştın mı bırakmak zor gelir, sonra sevgisi aranır.
24 saat boyunca neler yaparsın?
Genel olarak şöyle: sabah kahvaltı; köpeklerin, kanatlıların bakımı; kimi zaman temizlik; varsa hayvanların bakımı; döneme göre keçileri yemlemek ile sağmak ve süt/peynir ile uğraşmak; hayvanları gütmek, güdümde öğlen yemeği -kimi zaman 2 öğün yer, yemiş ve benzerlerinden atıştırırım- akşam güdümden gelince köpeklerin, kanatlıların bakımı; yine döneme göre hayvanların akşam yemlenmesi ile sağımı ve süt/peynir ile uğraşmak; yemek hazırlamak; döneme göre kalan boş zamanlarda yaptığım uğraşlar ile vakit geçirmek; gün değerlendirmesi, uyku.
Hayvancılıkta sabah erken kalkıp akşam/gece erken yatmak gerekir. Bu işte bütün günün dolu dolu geçer.
Yaptığın işin zorlukları neler?
Hayvancılığın benim için keçi bakmanın zorlukları şunlar:
– Birden çok kişi ile yapılması gereken bir iş olduğundan ve çoğu zaman tek başına uğraşan bir kişi için yorucu bir iş olduğundan kimi zaman her şeye yetişemeyebiliyorsun.
– Canlı bir iş olduğundan 24 saat hazırda olmak gerek, vakit sıkıntısı olabiliyor.
– 4 mevsim açık alanda uğraşmak zor sayılabilir.
– Sosyalliğin az olmasını sayabiliriz.
Ben işin zorluklarından çok güzelliklerini görüp iyi yanlarına odaklanarak şükredilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hayvancılık, sevene nimettir, bir de berekettir.
Geçici bir iş mi? Değilse gelecek planların nedir?
Şimdi geçici bir iş olarak düşünmüyorum. Keçi bakmaktan memnunum çünkü onların özgür ruhlu, hayat dolu hayvanlar olmalarını seviyorum ve onlarda gördüğüm bu ve benzeri güzellikler beni işime bağlıyor, hayvancılığı işten çok yaşayış biçimi olarak görmemi sağlıyor.
Bu işte sürdürülebilirliğin gerekli olduğunu, bunun için de zaman geçtikçe şartları iyileştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şartların iyileşmesi hayvanlardan alınan verimi, bundan ötürü de kazancı arttırır ve hem hayvanların hem de benim rahat edebilmemi sağlar. İleride başka cins keçilerle değişik hayvanlara bakmak ve onları incelemek ile deneyim sahibi olmak isterim. Ayrıca elde etmek istediğim değişik keçi ürünleri var; onları gerçekleştirebilmek ve elde etmede ustalaşmak isterim. Yani, bu işte kendimi geliştirmek istiyorum.
Yalnızlık zor oluyor mu? Boş zamanlarında neler yaparsın?
Kendime vakit ayırabildiğim zamanlarda kendimi araştırma yapmaya adıyorum. Ya da kimi zaman kitaplara, dualara, türkülere sığınıyorum. Buna ‘sığınmak’ dedim; çünkü, kimileyin yalnızlığa ilaç gibi geliyorlar. En azından bir şeyler ile uğraşmak insanın içini rahatlatıyor ve can sıkıntısını giderebiliyor.
Yalnız olmak zor denebilir ama ben ayak uydurabiliyorum. Her ne denli insanlar ile birlikte vakit geçirmeyi seven bir kişi olsam da ”Aman dağ başında yalnız kaldım, bu genç yaşta bir yüz olsun hasret kaldım” diye düşünüp karalar bağlamıyorum. Öte yandan yalnızlık, kişiyi kimi zaman ruh olarak, beden olarak da zorlayabiliyor. Kimi günler işler arttığından insan tek başına yorulabiliyor, kimileyin de insan bir-iki çift söz söyleyip sohbet edecek kişiler arayabiliyor. Böyle olsa bile kendimi isteyerek hayvancılığa adadığımdan uzun süre yalnız kalabileceğim ihtimalini kabullenmem zor olmadı. Allah nasip eder de işleri büyütürsek ya da evlilik ile eninde sonunda eş-dost, çalışan ya da benzeri kişilerin olması gerekecek ve il, ilçe ya da köyde olduğu gibi olmasa da bir şeyler paylaşabileceğim bir-iki kişi olabilecek. Bundan ötürü tek başınalığımın bir ömürlük olmayacağını düşündüğümden karalar bağlamaya gerek yok. Ayrıca şimdilerde teknolojinin olması yalnızlığa katlanabilirliğe bir nebze olsun yardımcı oluyor. Eskileri ve büyüklerimden dinlediklerimi düşününce, bu zamanda teknolojinin getirdiği kolaylıklar ile hayvancılık yapmak büyük bir nimet. Çünkü ulaşım, haberleşme, pazarlama ve benzeri konularda 20-30 yıl öncesine göre çok ilerideyiz ve daha eski zamanları düşünürsek artık hayvancılık daha kolay. İşte bunun kıymetini bilmek gerek.
Yaylada nasıl vakit geçiriyorsun? Canın sıkılıyor mu?
Hayvan güderken canım sıkılırsa yanımda taşıdığım defterime bir şeyler yazıp çiziyor, koşturmaca yoksa telefondan ilgi alanlarıma bakıyor ya da kitap okuyor, tekeler ile süsmece oynuyor, oğlakları seviyor, köpeklere takılıyor, adını bilen keçileri çağırıp onlar ile konuşuyorum. Onları gözleyebilmek, onların oyunlarını izlemek, keşfetmek ile koşturmayı sevdiklerini görmek bana mutluluk veriyor, beni yorsalar da buna değiyor. Ayrıca keçilerin bana seslenmeleri, üstüme çıkmaları, ayakkabımın bağcığını kemirmeleri, çantamı karıştırmaları, “yiyecek ver” dercesine bakış atmaları, sırtıma yaslanıp yatmaları, o tertemiz yürekleri ile gelip başımı sevmeleri, bayır aşağı gider iken çifte atarcasına havaya zıplayarak yan yan koşmaları, oğlakların doğumu ile etrafta tavşan, fare gibi gezinmeleri, tavukların beni sevmesine rağmen kaçışmaları, köpeklerin üstüme atlamaları, basar vermeleri, çocuk misali yerlerde yuvarlanmaları, bana arkadaş olmaları ve bunun gibi daha bir sürü çok kıymetli anlar yaşanıyor.
Bence bu güzellikler gerçekten de çok şeye bedel. Sözün özü doğaya hayranlıkla bakmayı bilmeli insan. Çünkü bu bile görmeyi bilen insanın içini ferahlatacaktır. Bu arada ”Bu arkadaş keçileri kaçırmış herhalde. Hayvanlar ile ne konuşması?” demeyin. Bir gün elimde büyüttüğüm keçilerden birinin yanına oturup ona eski yaşadıklarımızı hatırlattım. Onunla 3-5 konuştum ve sonrasında keçinin bir şeyler anlatırcasına tavırlara bürünüp ağladığını gördü bu gözler. Bilim buna ne der bilmem ama ben gördüğüme inanırım. Keçiler çoğu sözü anlayan akıllı hayvanlardır. Ama çoğu zaman umursamaz, belli etmezler ve başına buyruk davranışlar sergilerler. Bazen de beni çakal kurnazlığı ile yaramazlığı ayarında olan bu kadar akıllı, bu cin gibi hayvanlar “Nasıl olur da robot gibi hareketler yaparlar?” diye düşündürüp şaşırtırlar. İşte hayvanlar böyledir; kimi zaman arkadaş, kimi zaman ise yoldaş fark edebilene.
Hayvanlarla aran nasıl? Seni tanıyorlar mı?
Hayvanlar ile aram iyidir; benim için aile gibidirler. Keçiler içinde kimi cinsler daha evcil, daha insana yakın; kimi cinsler ise daha yabani olsa da yakınlık insanın kendine alıştırmasına bakar. Bütününün adı var ve alıştırdıklarım çağırınca bakar, gelirler. Onlar bana dağlar ve doğa ile birlikte ilaç gibi geliyorlar. Onların büyüyüp serpilmelerini görmek bana mutluluk veriyor. Onların yaşama isteği ile hayata tutunma gayretlerini görmek bana güç veriyor. Seviyorum onları. Zaten insan onları sevmezse iş olarak uğraşması çekici gelmeyebilir. Sevene ise bambaşkadır hayvanlar. Çünkü insan gibi zarar vermezler ve affedicidirler. Pek de kin, nefret gütmezler. En azından bizim keçiler ile köpekler için bu böyledir. Tatlı-tuzlu geçinip giderler. Böyle olmalarını izlemek benim için pek güzel. İnsanların onlardan öğrenmesi gereken çok şey var. Görmesini bilene.
Bana gönderdiğin doğa fotoğrafları çok güzel. Fotoğraf çekmeye nasıl başladın? Bu hobini değerlendirmeyi düşünüyor musun?
Fotoğraf çekmeye doğa ve ülke sevgisi ile başladım. Profesyonelce değil de telefondan amatörce çekimler yapsam da güzel işler çıkıyor denebilir. Fotoğraflar ile anı yakalamayı ve yaşatmayı seviyorum. İleride bir gün profesyonel kamera alıp bu konuda kendimi geliştirmek isterim. Çünkü doğayı ve canlıları fotoğraflayabilmek benim için çok kıymetli. Çünkü çok şey anlatır bir fotoğraf karesi bile. Yaşanmışlıklar ile ilgili derin düşüncelere daldırır, hayallere salar insanı. Unuttuğumuz bir tadı hatırlatır, burnumuzda tüten kokuları zihnimizde yeniden canlandırır o hatıra kareleri, o anı bir nebze olsun yaşatır insana. İşte fotoğraflar böyle yaşarlar, insanın aklında ve yüreğinde canlanarak ve işte bu yüzden fotoğraflar ile fotoğrafçılık benim için çok kıymetlidir.
Kitap okuyor musun?
Evet, kitap okumayı çok severim. Kitaplar aracılığı ile düşünmek ve bilgi edinmek, bir yolculuğa çıkmak ya da bir maceraya atılmak hep ilgimi çekmiştir. Kitaplar insanlara büyük oldukları kadar ne kadar da küçük olduklarını, ne kadar az bildiklerini, bir dünyanın içinde daha nice binlerce dünyaların olduğunu öğretir. Bu bakımdan kitaplar, bana göre insanların aralık buldukça sığınması gereken bir yer, sımsıkı sarılması gereken bir gönül haznesi ve dünya denizinde sıklıkla demir atması gereken bir limandır. Kısacası severim kitapları. Çünkü kitaplar insanın zihnini açar, ufkunu genişletirler. Allah bizleri kitaplar ile güçlü bağları olan, bir ömür araştırma sevgisi taşıyıp öğrenmeyi hiç bırakmayan azimli yürekler ile karşılaştırsın, içi derin manalarla dolu şiirlere benzeyen gönlü güzel insanlarla buluştursun, böyle insanlar ile hemhal etmeyi nasip etsin. Bu da benden bir dua olsun.
Dağdayken aşağıda olmayı özlüyor musun?
Köyde, Gemlik’te ve başka yerlerde olmayı, türlü kişiler ile vakit geçirmeyi özlesem de hayvanların verdiği mutluluk, gönlün hasretine su serperek özlemi biraz olsun dindiriyor, bu işi sevenin yüreğini ferahlatıyor. İnsan, sahip oldukları ile mutluluk duyabilmeli ve şükredebilmeli, bunu değerlendirebilmeli. Bir yandan da yalnızlığın da kıymetini bilebilmeli, kimine zor gelse de. Dağların bir başka hikayesi vardır, bilen bilir; bir çoban için, bir köylü için, bir de asker için başka olan.
Seni ziyarete gelen oluyor mu?
Evet, kimi zaman arkadaşlarım ile tanıdıklar ziyarete gelir. Birlikte bir şeyler yiyip içebilmek, bir kafa dengi ile sohbet edebilmek insana iyi geliyor, dağlardaki hayatta insanı daha bir dinç tutuyor. İnsan, sevdikleri ile vakit geçirebilmenin ne denli değerli olduğunu dağda iken daha iyi anlıyor.
Dağda kaldığın yeri tarif eder misin?
Gemlik, Umurbey’de Aytepe mevkisinin yukarısından yeni Umurbey konaklarını geçip zeytinliklerden poligona (atış yerine) gidiliyor. Oradan da devam edince Umurbey yaylalarına varılıyor.
Yiyecek ihtiyacını nasıl karşılıyorsun?
Yiyecekler ile gerekli şeyleri ailem getiriyor. Yemek yapmayı bildiğimden ve sevdiğimden ötürü malzeme olduktan sonra gerisi kolay. Köylerime özgü yemekleri yapmayı seviyorum ve arada yerli, yabancı değişik mutfaklardan da yaptığım oluyor ama her zaman dönüp dolaştığım yemekler bölgemin tatları oluyor. Örnek olarak Umurbey Manav yemeklerinden yımırta (yumurta) dolması, ot köftesi ile hindiba salatasını; Şahinyurdu Pomak yemeklerinden kaçamak (mısır unu topaçları), as oris kılin (-yumurtalı- pirinç ile börek), tikvenik’i (-kara- kabaklı tatlı börek) çok severim. Böyle tatları da severek yapınca günün yorgunluğuna karşın yemek yapmak (kimi zamanlar hariç) pek zorlamıyor beni. Öte yandan, insan günlük işleri bitirdikten sonra eve geldiğinde evin içinde tüten hazırlanmış yemek kokularını aramıyor değil.
Yapmak istediğin şeyler neler? Neler hayal ediyorsun?
* Orta Asya ile Balkanlardaki ata topraklarımı görmek güzel olurdu.
* İşimi, hayvancılığı layığı ile sürdürebilmek, geliştirebilmek ve ileride bir zaman Bursa’nın yerli keçi cinsi olan Urum keçisinden de sürüme katabilmek.
* Aklımda olan birkaç dil ile çalgıyı iyi derecede öğrenebilmek.
İnsan hayal ile yaşar diye bir söz duymuştum. Bunlar hayallerimin küçük bir bölümü. İnşallah gün gelir de hayalden çıkarıp gerçekleştirmek nasip olur.
Bu soruların dışında sizin isteğiniz üzerine benim de bahsetmek istediğim konular var. Öncelikle şu yaşıma dek hayattan ne öğrendiğimden söz etmek istiyorum. Biraz dağlar, biraz da hayatın ta kendisi bana şunları öğretti; zorluklara karşı boyun eğmemek ile yılmamayı, imkanınca sınırları zorlayıp gücün yettiğince mücadele etmenin gerektiğini, kendini toparlamayı ve cesaretin önemini, çabalamayı bırakmanın çürümeyi getirdiğini, yani amaçsızlığın ile azimsizliğin zihni ve bedeni koflaştırıp kendini yitirmeye kapı açtığını öğrendim birtakım dersler ile. Hayat kapısı erkenden yüzümüze çarpabilir ama kırık pencereleri onarmak da çoğu zaman bizim elimizdedir. İşte burada çabalamanın önemi yine karşımıza çıkar. Kendimizi salmamak, çabalamayı bırakmamak gerek.
Başka değinmek istediğim bir konu ise şiirlerin ve türkülerin bizlere anlattıklarıdır. Bunun için de sevdiğim bazı şiirler ile türkülerden bölümler paylaşmak ve öz kültürümüz, ata mirasımız olan türkülerimize ve onlardaki derin manalara, ince sözlere dikkat çekmek istiyorum.
Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram, her günü düğün,
Hele yaylalara çıkılsın da gör.
Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı,
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki…
Kalıplar gerçeği göstermez belki,
Gönül perdeleri sökülsün de gör.
/ Abdurrahim Karakoç, Anadolu Sevgisi şiiri.
***
Dünya bir sınavdır gülüm,
Elin kalem bilmezse geçemezsin sen.
Pamuk da katıdır, taş da gülüm,
Sert hangisi, ya yumuşak fark etmez misin sen?
Dışarısının güzelliğine aldanma gülüm,
İçerisi ne haldedir bilemezsin sen.
Gül güzeldir ama dikeni acıdır gülüm,
Tuz yarayı acıtır, buz da yakar bilmez misin sen?
Hikmet güzelde mi, yoksa güzel görende mi gülüm,
Güzelliğin aslı nedir, neye benzer bilemezsin sen.
Göz gördüğünü bilir, kulak kanar duyduğuna gülüm,
Gören gözler ne anlatır, ne söyler bir görmez misin sen?
Kuzgun öter bülbül de şakır gülüm,
Hakikati kim bilir, kim söyler bilemezsin sen?
Tatlı mı zehirler insanı, yoksa acı mı gülüm,
Bağrı yanıklar acılı, ne haldedir bilemezsin sen?
Beyin altındır, bilgi ise gümüştür gülüm,
Ülke bölge gezsen de bulamazsın sen.
Bakarsın görmez, söylersin bilmez gülüm,
Gönül, gaflet kötüdür, anlayıp bilemezsin sen.
/ Bu dizeler bendendir. Burada söylemek istediğim kısaca şudur; hakikati bilebilmek herkese nasip olmaz. Gafiller gözünün perdesini zor söker.
***
Sular hep aktı geçti,
Kurudu vakti geçti.
Nice han nice sultan
Tahtı bıraktı geçti.
Dünya bir penceredir,
Her gelen baktı geçti.
/ Yunus Emre. Dünya geçicidir, önemli olan nasıl geçirdiğimizdir.
***
Kirazın derisinin altında kiraz,
Narın içinde nar,
Benim yüreğimde boylu boyunca,
Memleketim var.
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
Onlar kadar gerçek,
İnsancasına, erkekçesine,
Bana bir bardak su dercesine,
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
/ Bedri Rahmi Eyüboğlu, Türküler Dolusu şiiri.
***
Gurusa fidanın, güllerin solsa,
Göynümde solmayan gülümsün benim.
Yaprakların gazel olsa dökülse,
Daha taze fidan dalımsın benim.
Ağarsa saçların, belin bükülse,
Birer birer hep dişlerin dökülse.
Vücudun gurusa, ganın çekilse,
Yine şu göynümün yarisin benim.
/ Gurusa Fidanın. Sevdiğine (sonuna dek) bağlılığı anlatan benim için çok değerli dizeler. Bir Neşet Ertaş türküsü, Kırşehir türküsü.
***
Diyar-ı gurbete düş oldu yolum,
Gidip gelsem de bir, gelmesem de bir
Şifa bilmez bir acemi tabipten,
İlaç alsam da bir, almasam da bir.
Şenlik der afat var talan bağında,
Bugün sitem gördüm yar otağında.
Zimistan gülüyem şita çağında,
Bitip solsam da bir solmasam da bir.
/ Aşık Yaşar Reyhani’den bir Erzurum türküsü, yaralı gönüllerin türküsü.
Diyar-ı gurbet: Gurbet ülkesi, yabancı ülke.
Zimistan, şita: kış.
***
Oğul, düşte gör,
Hayalde gör, düşte gör.
Yar kadrini bilmeyenler,
Bir kötüye düş de gör.
/ Gamzedeler türküsü, Elazığ.
Bu dizelerde düş sözünün birden çok anlamı olduğundan açıklama gereği duyuyorum:
- cümledeki düş: kötü duruma düşmek, düşkün olmak.
2. cümledeki düş: rüya.
4. cümledeki düş: kötü insan ile karşılaşmak, kötünün eline düşmek.
Bu dizelerden çıkarılabilecek çokça anlam vardır ama hem kısaca hem de kapsamlı bir şekilde şöyle belirtmek isterim: Bu dünyada yar, yaren kıymetini (ayrıç eş-dost, akrabayı) bilmeyenler ne eyler, ne ekip biçerler? İşte o zaman vah! Bir kötüye düşerlerse görürler. İlgiyi, sevgiyi, kıymet verip kıymetlenmeyi mumla ararlar da bulamazlar.
***
Bülbül, gülü koyup dikene konmaz.
/ Şavo Gelin türküsünden bir söz. Gül Ahmet Yiğit, Hatay Barak Havası.
(Güzel, güzel olanı bırakıp kötüyü seçmez, güzel olan varken acıya katlanmak istemez.)
***
Sorma aşık mıyım ben, ağlar isen derdimden,
Aşıkların sevdası okunur gözlerinden.
Dağları aşam dedim, aşam ulaşam dedim,
Bir hayırsız yar için herkese paşam dedim.
/ Aşkına emek sarf eden yüreklerin sesi, bir Balkan türküsü. (Kadriye Latifova’dan dinlemenizi öneririm)
***
Ben kendimi gülün dibinde buldum, guru guru sevdayımış sarardım soldum
Aşk bir düşümüş kendime yordum.
Dünya dedikleri bir gölgeliktir, içerde ciğerlerim delik deliktir
/ Hisarlı Ahmet’ten bir Kütahya türküsü, sevgiden gelen özlü sözler.
Bu dizelere bakınca anlarız; türküler hayattır. Biz insanlar yaşar, sonra onları dile getirir, söyleriz. O sözlerden her biri alır bir yerden bir yere götürür bizi.
Türküler manadır. Farkına vardın mı zihnin mana alemine kapılır, dolanırsın, düşünce kuyularından zor çıkarsın.
Türküler engin denizler gibidir. Yelken açınca, derinlere dalınca içinden çıkmak, geri dönmek zordur; adeta derin sularda kaybolur gibi hayallerde yaşatır, hayal dünyalarında gezdirir insanı.
Türküler köprü gibidir. Geçmiş ile geleceği, ortak duyguları, benzer hayatları, yaşanmışlıkları birbirine bağlar. Hiç tanımadığımız birisi, zamanın birinde içindekileri bir ezgi tutturup söylemiştir ama sanki biz söylüyoruzdur, bizim için söylenmiş gibidir.
Türküler mirastır. Değerli ve bambaşka hazinelerle dolu büyük bir sandığın bize kalması gibidir. İşte bu yüzden insanlara bir tavsiyem vardır: Gelin türküleri kucaklayalım, onlarla hemhal olalım. Atalardan miras bize, sevgiden şaşmayalım, türkülerle yaşayalım. Türküler gönlümüz, kültür dünyamız bizim. Bu köklü mirasa sahip çıkmalı, onları korumalı ve yaşatmalı. Düşünürüm; bence böyle güzellikler sürmeli, gelecek kuşaklara aktarılmalı.
Bir yel essin, uzaklardan türküler getirsin de çalsın kulaklarında, kendinden bir parça gibi hissettiğin sözler ve ezgiler ile bezeli türküler.
Kendimden son bir söz paylaşmak isterim:
Bu hayatta iyilik olmalı kişinin derdi.
Toprak gömleğini giyebilmeli insan.
Ve akıl heybesini bilgi ile doldurabilmeli, gönüller sofrasında iyi bir yer edinebilmeli, güzellikler ile hatırlanabilmeli insan.
İşte, insan dediğin insan olabilmeli, hayat dediğin ise doğru yolda sürüp gidebilmeli.
Bu ay yazısında bana yer verdiği için ve Gemlik ile Umurbey tarihi ve kültürüne sağladığı katkılar, gösterdiği ilgi ile verdiği emekleri için Reyhan Hanım’a çok teşekkür eder, işleri ile araştırmalarında başarılar, hayatında güzellikler ile sağ olup var olmasını dilerim. Siz merakı bahar çiçekleri gibi taptaze olan değerli okuyuculara da selamlar ile saygılarımı iletirim. Verdiğim bilgilerde de bir yanlışlık varsa affınıza sığınırım. İyi olup var olun, sağlıcakla kalın.
Sevgili Enes’e teşekkür ediyorum. Okuyan, araştıran bilinçli gençlerin her meslekte var olmasını diliyorum. Mustafa Kemal Atatürk “Köylü milletin efendisidir” diye boşuna söylememiş. Bir köy çocuğunun yazdıklarını paylaştım sizlerle. İnşallah baharda yaylalara çıkıp kendi izlenimlerimi de paylaşacağım.
-
Rusya’dan Suriye’ye Gözdağı
-
Meteoroloji’den İstanbul’a Uyarı!
-
Sıkıyönetim ilanı Güney Kore’yi karıştırdı!
-
Yenidoğan soruşturmasında 2. dalga operasyonu
-
Mudanya BESAŞ Satış Fabrikası Açıldı
-
İstanbul’da en fazla olayın yaşandığı ilçe belli oldu