SEVGİLERİMLE
Başladığım yeri aklıma koyup çıktım yola. Kimi zaman uğuldayarak, kimi zaman sessiz sedasız ilerledim. Bazen serinlik, bazen ayaz oldum. Hoşnutluk ve hoşnutsuzluk taşıdım. Çok şeyi sürükledim peşim sıra; kimini yerinden ettim, kiminin yerini buldum. Aklımda kalanlar mı?
Olabildiğince sert estiğim viranelerin birinde olacak, bakışlarını karartmış 12-13 yaşlarında kir-pas içinde bir çocuğa çarptım birgün. Ürpermedi bile. Sadece elindeki naylon torbadakileri şiddetle çekti içine. Bir kez daha çarptım, o da yeniden torbasındakileri çekti. Tokat gibi indim yine, ama bu kez yüzüne ya da vücuduna değil, direk kalbine. Ve neler neler gördüm orada; anne baba dayakları, bıçaklar, feryatlar, figanlar. Bu kez üşümüştü. Ama ben de dayanamadım daha fazla gördüklerime. Hızla terk ettim orayı.
Yine sert sert esiyordum ki, büyük bir kalabalık gördüm, bağırış-çağırışlar içinde. Üzerlerinden geçtim bir büyük tufan kopararak. Kimse aldırış etmedi bana. Hepsi panikti, hepsi koşuşturmaca içindeydi. Baktım ve anladım sonra neden hiçbirinin üşümediğini. “Aç” tılar. Üşüyemeyecek kadar “aç”. Ve yiyecek dağıtılıyor diyeydi bu izdiham.
Yorulmuştum demin gördüklerimden. Hızımı azalttım biraz. Ağır ağır eserken ıslak bir şeylere çarptım. Durdum baktım. Bu kez 18-19 yaşlarında genç bir kızın gözyaşıydı çarptığım. Çarpmamla daha da çok gözyaşı belirdi yanaklarında. Elindeki kitaplarına sarıldı sıkıca. Ne derdi olurdu ki insanın bu yaşta?
Ne? Aşk için mi?…
Daha fazla acıtmadım onun da yüreğini, orayı da terk ettim. Sonra sonra yine kalabalık bir yerde buldum kendimi. Ağıtlar yükseliyordu yerden. Çok kuvvetli estim, kararlıydım üşütecektim. Ama benden çok önce öyle bir yangın açmışlardı ki yüreklerine, üşütmem imkansızdı. Hepsi ağlıyordu. Derken öteden bir ”ŞEHİT” tabutu göründü omuzlarda. Üşütecek biri yoktu burada da. Yine gitmek düştü bana.
Eserken eserken açıklarda bir teknede buldum kendimi. İki kişi bir yandan içiyor, bir yandan da gülüyorlardı. Keyifliydi başta izlemek onları. Ama sonradan onlar da kederlere daldılar. Daha yaşlı olanının kızı gurbetteymiş, arayıp sormuyormuş kaç zamandır. Diğerini ise işten çıkartmışlar, sövüyor patrondan hükümete kadar herkese. Bu insanları da üşütemezdim ki.
Önce denizi dalgalandırdım sonra karaya vurup tozu dumanı birbirine kattım. Canım sıkılmıştı gördüklerim karşısında. Vazgeçtim dolaşmaktan. Başladığım yere, iki küçük çocuğun oyunlarına döndüm.
“Ben doktor oluyum, sende hasta ol!”
“Yok hayır, ben öğretmen oluyum, sen de öğrenci!”
Ah be küçüklerim, hayat öyle bir hastane, öyle bir okul ki. İnanın şimdi oynadığınız oyun; oynananlar içinde en tatlısı.
NOT: Bir zamanlar oyunlar oynardık. Adı önemli olmayan, bizi eğlendiren, mutlu eden oyunlar. Yorulduğumuzda bir köşeye çekilir, kafayı yastığa koyup tasasızca uykulara dalardık. Meğer ne tatlı uykularmış onlar. Bugün tasasızca uyumak mümkün mü? Bunu yapabilenler var mı gerçekten? Cevabını bilmesem de, istemezdim zaten ben bu kadar şey olup biterken çocukluğumdaki tatlı uykularıma dalmayı. Affetsin uykularım beni!…
Sevgilerimle…
-
Rusya’dan Suriye’ye Gözdağı
-
Meteoroloji’den İstanbul’a Uyarı!
-
Sıkıyönetim ilanı Güney Kore’yi karıştırdı!
-
Yenidoğan soruşturmasında 2. dalga operasyonu
-
Mudanya BESAŞ Satış Fabrikası Açıldı
-
İstanbul’da en fazla olayın yaşandığı ilçe belli oldu