20° Kapalı

YÜRÜK AT KAMÇI DEĞDİRMEZ

| Haber Girişi: 1 Şubat 2025 15:00 | Son Güncelleme: 8 Şubat 2025 00:34 A A

“Yazma kavramı nedir?” diye baktığımızda genel olarak, sahip olduğumuz duygu, düşünce ve görüşleri zihnimizde yapılandırıp sembol ve işaretler kullanarak dilin kurallarına uygun şekilde yazıya dökme işi olarak tarif ediliyor.

Bence de düşünen, hisseden, okuma yazması olan her insan yazı yazabilir, duygularını kağıda dökebilir.  “Yazmaya başlamadan önce, düşünmeyi öğrenmeli diyor Nicolas Boileau. Çok doğru bir söz. Düşünmeden konuşmak, düşünmeden yazmak bazen sonuçları telafisiz durumlar yaşatır bize. Üstelik söz uçar, yazı kalır. Yazı bir ispattır aslında.

Aldığımız eğitim, okuduğumuz kitaplar yazılan konuların daha doğru okunur olmasını sağlar. Allah vergisi yetenek işte burada devreye girer; bazı kitaplar vardır ki, elinizden bırakmak istemezsiniz.

Kimi konuşarak kendini ifade eder, kimi de yazarak. Bazen iki kelimeyle bazen de satırlarca. Yazdıklarınızı okunur ya da konuşmanızı dinlenir bir şekilde sunabiliyorsanız, işte bu sizin başarılı olmanızın ölçüsüdür.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir, “İyi bir kitap yazmak sanat mıdır?” diye kaleme aldığı yazının bir paragrafında şöyle diyor:

Torunlarımla konuşurken ve aldıkları kitapları incelerken “İyi bir kitap yazmanın bir sanat” olduğu kanaatine ulaştım. Ben de son yıllarda torunlarımın anlayabileceği yazılar ve kitaplar yazmaya çalışıyorum. Ne kadar başarılı olduğuma torunlarım ve arkadaşları karar verecek.
Ancak bazı meslektaşlarımın bıyık altından güldüklerini duydum. “Koca felsefe profesörünün yazdığına bak! Bir akademisyene yakışmayacak bir kitap. Kitap dediğin…” diye devam etmiş.
Kulağıma bu sözler gelince “Eyvallah” deyip, doğru bildiğimi yapmaya devam ettim.
Ben torunlarıma ulaşmak istiyorum. Onların ve akranlarının keyifle okuyabilecekleri bir şeyler yazmak istiyorum.

Başarabilir miyim?

Bilemem.

Ama umutluyum.

Binlerce insanın okumak isteyeceği bir şey yazmak, annenizin bile görmezden gelebileceği bir dergi makalesi yazmaktan her zaman daha zor olacak. Yine de Noel Baba’nın kızağı için fazla ağır olmayan kitaplar yazma yeteneğine sahip olanlar için gökyüzü sınırsızdır.

Güzel ve öğretici bir yazıydı, bir bölümünü aldım. (Bazı kişilerin değimi ile, topladım!)

Bu sabah genç arkadaşlarımızdan birinin “Adnan Şenses’in Yıldızı Gemlik’te Nasıl Parladı?” başlıklı yazısını keyifle okudum. Sevgili genç kardeşim Caner Karcı araştırmış ve rahmetli sanatçının bir röportajından yazısını derlemişti. Hatta yazının bir satırında “Atlas Sineması’nın sahibi ise Gemlik Haber Gazetesi’nde Reyhan Çorum’un yaptığı röportajda Şenses’in o günlerde sinemada perdeci olarak çalıştığını belirtmiştir” diye de dile getirmiştir. Açıkçası hala insanoğlu birbirinden bir şeyler öğrenmeye devam ediyor. Araştırmanın, öğrenmenin yaşı yok. Ben ondan, o benden… Araştırmacılar için bu böyle nesillere aktarılarak gidecek. Bilen bilmeyene öğretecek.

Bugün bir farklılık yaparak biraz kendimden söz etmek istiyorum. Biraz da cevap hakkımı kullanmak diyelim buna.

Gazetede, Kios Dergisi’nde nasıl köşe yazıları yazmaya başladım, nasıl dokuz kalın kitabın yazarı oldum?

Kimine göre topluyor, topluyor yazıyorum!

Kimine göre konuşuyor, konuşuyor yazıyorum!

Muhteşem kitapların yazarı Gülseren Budayıcıoğlu gibi bir psikolog olmadığım ve hastalarımın hayat hikayelerini yazamayacağıma göre, Gemlik’in yerli bir ailesinin çocuğu olarak, görüşebildiğim büyüklerimle sohbet ediyor, onların yaşanmışlıklarını düzenleyerek arada geçmiş nesillere aktaracak köprü oluşturuyorum. Karşılığında bir çıkar, para alışverişi olmadan, yazar olduğuma dair hiçbir iddiada bulunmadan. Buna karar verecek olan okuyucudur.

Atasözleri çok önemlidir. “Bey ardından çomak çalan çok olur” diyerek başlayalım yazarlık geçmişime dair konuya.

İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımda Gemlik’in o meşhur, kitap kokusunu içimize sindirdiğimiz kütüphanesinin defterinde en çok kitap alanlardan biri olarak adımın geçtiği, aldığım kitapları bir gecede okuyup geri götürdüğüm, erken evlenerek tahsilime devam etmediğim ama her fırsatta çocuklarımı sallarken bile elimdeki kitabı bitirmeye çalışan, yani okumayı seven biriydim.

Çok başarılı bir talebe olduğumu iddia edemem fakat rahmetli ortaokul öğretmenim Halil Uğur hocamı saygı, sevgi ve minnetle yad ediyorum. Kompozisyondan, edebiyat dersinden yazılı notu olarak “10” verdiği ender olan öğrencilerinden biriydim. Bu derslere olan ilgim ve biraz da kabiliyetim neticesinde ailemizde kardeşlerimin ve arkadaşlarımın kompozisyon ödevlerini yalvarmalarına dayanamaz ben yapardım. Mektupları, şiirlerini de çok yazmışlığım var. Lisede ise 4/D sınıfındaki arkadaşlarım Edebiyat Öğretmeni ve Şair Serdar Ünver, Gazeteci ve Köşe Yazarı Gürhan Çetinkaya, yine Köşe Yazarı Abidin Uyar benim başarıları ile gurur duyduğum arkadaşlarım. Bizlere edebiyatı sevdiren Birsen Karacan öğretmenimize de buradan sevgi ve saygı ile teşekkür ve minnet duygularımı gönderiyorum.

Çocukluğumdan beri sosyal bir kişiliğim var. Ne cinsiyet ayrımcılığı yaptım, ne insan ayırdım. Çok iyi bir hatip olduğumu söyleyemem ama sohbeti, konuşmayı hep sevdim. Şarkılarla bütünleştirip “Gülünce gözlerinin içi gülüyor” derdi sevdiklerim bana. İnsanlara gülerek, gülümseyerek bakmaya çalıştım. Kimseyi görmediysem gerçekten görmemişimdir, görmezden gelmedim. Zor günlerim de oldu. Hayata hep sevdiklerimle, hobilerimle, çalışmayla, inançla tutundum. İnsanları önyargısız, beklentisiz sevdim. Büyüklerime saygısızlık etmedim, küçüklerimi dinledim, onların yaşına indim, saygı ve sevgi gösterdim. Kimsenin başarısını kıskanmadım, örnek aldım, yaptığını küçümsemedim. İnsanların birbirlerine karşı saygı ve sevgisinin azaldığı özellikle bu günlerde içimdeki çocuğu yaşatmaya çalışıyorum.

Sonuçta kendimi hiç gizlemedim, hep olduğum gibi oldum. O nedenle de ne yalan, ne riya bilmem. Yanlış yapana kırıldım, üzüldüm, gün geldi affettim fakat silip hayatımdan tamamen çıkardıklarım da var elbet. Benim için ne demişler, ne yazmışlar, ne düşünmüşler bu noktadan sonra hiç önemli değil. Seven sever, sevmeyen kendi yoluna gider.

İnsan 60’lı yaşlara gelir de yazar olur mu?

Herkes yazıyor, parası olan herkes kitap çıkarıyor. O nedenle yazar olmak göreceli bir kavram. Ben yazarım demiyorum, demedim hiçbir zaman. “Sen yazarsın, yaz. Yazmayı hiç bırakma” demişti rahmetli Diş Doktoru ve Köşe Yazarı değerli büyüğüm Özcan Vural ve ses alma cihazını hediye etmişti ilk gazetede yazmaya başladığımda. Onu da rahmetle anıyorum.

Veli Orkun’un kitabını okudum. Tiflis doğumlu bir tarih öğretmeni. 1947 yılında Gemlik Tarihi ve Coğrafyası kitabını yazdığı gibi, 1955 yılında yayın hayatına kazandırdığı “Sürmeli Çukuru: Iğdır Tarih ve Coğrafyası” kitabını çıkarmıştır. Eğer Veli Orkun o Gemlik kitabını yazmamış olsaydı, ondan sonraki araştırmacılar Gemlik hakkında bu kadar bilgiye sahip olamazdı. Kitabın içeriği araştırma, bilgi ve söyleşiye dayalı. Milattan önceki yıllarda yaşamadığına göre, değerli hocamız araştırarak kendisinden önce yazılanları derlemiş, o zaman yaşayan, savaşı gören büyüklerimizle konuşmuş, henüz kaybolmamış tarihi eserleri resimlemiş kitaba almış. Çok iyi de yapmış. Kitabın, öldükten sonra çocukları tarafından yeni baskısı çıktı.

Sonra Zebercet Coşkun, savaş yıllarını anne ve babasından dinlemeseydi, komşularının anlattıklarını kaleme almasaydı “Kimler Geldi Kimler Geçti” kitabı da olmayacaktı. Gemlik Körfez Gazetesi’ndeki yazılarından derlenen bu kitap da bizlere eski Gemlik’i anlatan değerli bir hazinedir. Maalesef kitabın yeni baskısı olmadığı için tükenmiştir. Benim elimde elbette ki bu kitap var. Hatta grubumda bulunan bir takipçim hediye etti. Fakat “Anılarda Yaşarken Gemlik” kitabıma kitaptan aldığım bölümler, erkek kardeşinin izni ve bilgisi ile bana Zebercet Hanım’ın notlarından ulaştırılmıştır. Rahmetle anıyorum.

Burdur’un Gölhisar ilçesine bağlı İbecik Köyü’nde doğan rahmetli Naci Pehlivan, öğretmen olarak Umurbey ve Gemlik’e tayin olmasaydı, onun hazırladığı Umurbey ve Gemlik kitapları da olmayacaktı. Naci hocam derneğimizin de kurucuları arasında olduğundan ve son yıllarında çok yakın olduğumuz için nasıl çalıştığını biliyorum. Onun da görüştüğü Umurbeyli büyüklerimiz olmasaydı ve Umurbey Kitabı’nda yer almasaydı, ben ve bir sonraki nesil de bu bilgilerden yararlanamayacaktı. Keşke hayatta olsaydı ve köyler kitabı için yaptığı çalışmaları bizlere kitap olarak sunabilseydi. Mutlaka daha ondan öğreneceğimiz çok şey vardı. Onun kitapları da yine daha önce araştırmalarını kaleme alan değerli yazarlardan ve kapı kapı dolaşarak yaptığı görüşmelerden oluşmaktadır.

Kadriye Komit, henüz okulunu okurken bir tez çalışması olarak köy köy dolaşarak mezar taşlarını araştırmış ve sadece 50 tane kitap basabilmişti. Bugün artık o mezar taşları da yok. Çalındı ve kamyon kamyon götürüldü. İlk Ticaret Odası Başkanı’nın yapılmış bir mezarı varsa, mezarı biliniyorsa bu taşları okuyan Kadriye Komit sayesindedir.

Ve daha niceleri; kitap çıkaran veya köşe yazıları gazetelerde aydınlatıcı bilgiler olarak yer alanlar; Gemlik’i, Gemlik insanlarını konu alanlar; konuşan, dinleyen, dinlediklerini kaleme alanlar. Rahmetli Emin Bora, Sunğipek ile ilgili anılarını yazıp Babür Balcı arkadaşımıza verdiği notlarda ilkokul mezunu olduğunu, maddi imkansızlıklar nedeni ile okuyamadığını yazıyordu. Bugün hala onun gazete yazılarını okuyoruz. Gemlik için bir taş üstüne bir taş daha koymuş, emek vermiş büyüklerimi saygı ile anmak benim boynumun borcudur. Değerli Ali Aksoy abim, İnan Tamer abim, Emin Bora ve sayamadığım birçok büyüğüm nurlarda yatsın. Gemlik Gazetesi, Malgil Matbaası, Güler Kardeşler’in Çağrı ve Körfez gazeteleri, Gemlik Haber Gazetesi de birçok Gemlik haberi ve köşe yazıları ile tarihe notlar düşmüşlerdir.

Çok güzel araştırma yazıları ile bizleri bilgilendiren yaşıtlarım, gençler. Ben sanmıyorum ki, bir köşe yazısının bile ne kadar emekle yazıldığını, zaman harcandığını bilenler bir başkasının emeğini küçümsesin ama ne yazık ki bazen dilin kemiği olmuyor.

Hiç aklımda bile yokken Gemlik Haber Gazetesi sahibi Serhat Seferoğlu bana gazetesinde yazmamı teklif etti. Kabul etmedim önceleri. Sonra “İhtiyacım var abla yardımcı olur musun?” dediğinde “Yazayım ama kabul edersen böyle bir şey yapmak istiyorum” dedim ve bana bir tam sayfa ayırdı. Gemlik’le ilgili söyleşilerimi orada haftada iki kez bir buçuk yıl kesintisiz yayınlandı. Kios Dergisi sahibi Serkan Kaynar “Renkli kişileri yazalım abla” dedi. Yazmaya çalıştım. Sonra da Yeni Gemlik… İşte şimdi buradayım. Bazen birilerini yazdıkları ile misafir ediyorum sayfama, bazen ben misafir oluyorum. Oturdukları yerden o konuşanlar var ya!

Davet ediyorum, hadi yazın gönderin, yayınlayalım. Ben inanın köşemi sizlere bırakmaya hazırım.

Kitaplara gelince; pandemi bizler için bir dönüm noktasıydı, ölümle burun buruna geldik. Ne gazete çıktı, ne dergi. Hapis olduk evlerimize. Sevdiğimiz insanları kaybettik. Bugün Zebercet Hanım’ın kitabının başlığı gibi; Kimler Geldi Kimler Geçti hayatımızdan. Bakınca geriye bize Gemlik’i anlatacak çok az insan kalmış.

ANDRE GİDE’nin “Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır” sözüne kitap kapağımda yer vermiştim. Kim ne derse desin, ben her giden görüştüğüm kişiyi saygı ve sevgi ile anıyorum ve bir tek cümle bile olsa kurtarabildiysem, yarınlara bırakabildiysem mutluyum. İsteyene dilim döndüğünce öğrendiğimi aktarırım, kitaplarımdan isteyen istediği bölümü alabilir; kitabında, yazısında yer verebilir. Sahibi olduğumuz tek şey canımız, onu da Allah ne zaman isterse alır.

Yıllardır Gemlik hakkında yazılanlardan, eski gazetelerden, tez çalışmalarından okuduğum, geceler boyu bilgisayar başında, kütüphanelerde, dergilerde ne bulduysam topladım. Kendi paramla bunca emeği, emek verenleri bir araya getirdim, getirmeye de devam edeceğim. İstiyorum ki, bizden sonra gençlerimiz benim bu yaptıklarımdan yararlansın ve hatta üzerine o da koysun; yazılsın, bilinsin, okunsun. Edebiyat öğretmeni değilim. 50 yıl önceki edebiyat bilgimle, her gün değişen yazı ve imla kurallarına çok hakim değilim ama dersimi çalışıyorum. Benim ne yazılarımı düzenleyen biri var, ne kitaplarımı. O nedenle hata bulabilirsiniz, bu çok normal. Hala bir öğrenci gibi kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

O her şeyi çok bilen sevgili dostlara gelsin bu yazım. Dilerim ki, benim yaşıma geldiğinizde geriye ölümsüz eserler bırakırsınız.

Son olarak 67 yaşında bir araştırmacı, köşe ve kitap yazarı olarak gençlere diyorum ki; henüz vakit varken geç kalmayın. Yazın, yeteneklerinize güvenin, geliştirin, asla pes etmeyin. Ne kadar uzağı hayal ederseniz o kadar yol alırsınız. Sevgiler, saygılar.

Köşe Yazıları - 15:00 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal