BALIKÇININ REKLAMINI EN İYİ MÜŞTERİSİ YAPAR: TALAT REİS

| Haber Girişi: 16 Ekim 2025 20:07 | Son Güncelleme: 1 Kasım 2025 20:08 A A

Gazetemiz imtiyaz sahibi Erkan Zambak ile 10 Mayıs 2024’de Bursa İhsaniye’deki Talat Reis’in balık restoranına gittik.

Erkan Bey, bana Talat Reis’in Karacaalili olduğundan, Karacaali konusunda bilgili olduğundan, fotoğraf arşivinin zengin olduğundan bahsetmiş, birlikte gitmeye söz vermişti.

Talat Reis, on yaşından beri denizlerde balıkçılık yapmış, sonra Karacaali’nin ilk içkili balık restoranını açmış ve yıllarca çalıştırmış.

Sonra Bursa’da ortak bir balık restoranı işletmiş. Mudanya’da iki katlı çok güzel bir yeri varmış. Şimdi ise İhsaniye’de bu sevimli balık restoranını eşi ile birlikte işletiyorlar. Kısa sürede iş yerleri aranılan bir yer olmuş.

Tabii bunun nedeni denizi, balığı bilmek, tazesini sunmak, deneyim ve güler yüzle hizmet.

Biz çok beğendik. Özellikle salata ve kalamar çok güzeldi.

Gün ortasında gitmemize rağmen akşam 21.30’da istemeyerek ayrıldık. Talat Reis üst katı bize ayırdı ve sevgili Erkan iki saatlik uzun bir video çekti. Karacaali’ye dair konuştuk. Bütün sorularıma içtenlikle cevap veren Talat Reis’ten çok şey öğrendim.

Ne tesadüftür ki, akraba bile olabiliriz. Biz Umurbey’den Ali Reisler’le babaannelerinden akrabayız. Talat Reis de Toplu Reisler’den.

Ne yazık ki, işte daha önceleri böyle çalışmalar olmadığı, kayıtlar yandığı için ailelerin soyları ortaya çıkmıyor. Bilen varsa da, bilgilerinin ne kadar önemli olduğunun farkında değil.

Öncelikle sevgili Erkan’a çok teşekkür ediyorum. Sayesinde çok güzel bir gün geçirdim.

Balık sezonu başladı dedik ve “VİRA BİSMİLLAH” diyerek başladık balıkçıları yazmaya.

Balığı tutanlar kadar, onları pişiren müşterilerine balık şöleni yaşatan restoranlar da önemli. Gemlik’te Boksör hala bir numara. Kumla’da ve Kurşunlu’da meşhur olan ve müşterisi oturmuş yerler var.

Bir balıkçımızı daha tanıyalım.

TALAT KÖSEMEN’İN (TALAT REİS) ANILARI

Dedem İbrahim Çavuş’un kökleri Orhangazi’nin Gedelek Köyü’ne dayanıyor. Üç çocuğu var: Eşref, Ahmet (Aydınlar’ın) bir de Emine hala var. Babam motorcu Eşref, annem Macide. Anneannemler Kırcali tarafından Adapazarı Geyve’ye gelmişler. Anneannemin babası Bursa Ulucami’de hafızmış. Rahmetli olduğunda kitaplarını Ulucami’nin kitaplığına bağışlamışlar.

Annem Bursa’dan Karacaali’ye gelin gidiyor. Annemle babamın dört kızı, 3 oğlu var.

Ben de iki erkek evlat var: Biri Ege Üniversitesi’nde, biri liseye devam ediyor.

Biraz çocukluğunuzu anlatır mısınız?

Ben 1969 Bursa doğumluyum.

Gemlik Karacaali köyü okulu açılışı. 1968 Gemlik Lisesi bando takımı (Rıza Kaya arşivi)

Karacaali’de o zamanlar okul var ama tam yeterli olamıyordu. Köyde nüfus çok kalabalık. Beş sınıflı bir okulumuz vardı. Hemen hemen 280 öğrenci, beş sınıf halinde; birinci sınıf ayrı, iki ve üçüncü sınıf bir yerde, dört ve beş bir yerde. Sınıflar büyüktü, üç öğretmen vardı. O kadar yeterli olabiliyordu. Sahildeki okul. Şimdiki yerinde. Çok verim alınamıyordu.

Köyde herkesin durumu aynı. Köyde çocuklar hem zeytin toplamaya gidiyor, oduna gidecek olan oduna, balığa gidecek olan babasıyla balığa gidiyor, aksamalar olabiliyordu. Haftanın üç günü okula gidemiyorduk. Beş senede bitecek ilkokul sekiz, on seneye çıkabiliyordu. 69 yıllarından bir kız öğrenci vardı; ‘Senay Yürür’ rektör yardımcısı oldu. Çok çalışkandı. Bir iki sene kaldıktan sonra okulu bitirdim.

Dedelerimizden gelen meslek balıkçılık. Onlar zor şartlarda bu işi yapmışlar. Balık eskiden pamuk ipliği denilen ağlarda tutuluyormuş ve makine yokmuş. 70-80 sene önce balıkların satılması için pazar alanları da kısıtlıymış. Gemlik pazarı küçük olduğu için dedelerimiz eski adı Haliç olan hallere satıyorlarmış.

Ticarete biraz erken başladık, hemen hemen on yaşlarındaydım.

Okuldan çıktıktan sonra elle avlanma, manyet gibi balıkçılıkla uğraştım.

Benim dedem İbrahim Reis. Eskilerden Gemlik’te bulunan meşhur balıkçılar Ali Reis, İzzet Reis, İbrahim Reis (dedem) gibi çok az isimler vardı.

Toplu Reisler bizimle akraba oluyor, dayılar. Onların büyük balıkçı gemisi var. 15-16 yaşlarımda onlarla denize açıldım. Denizler o zaman çok zengin. Biz tabii bilmiyoruz, büyük balıkçı gemisi fabrikasyon, İmralı Adası’na gidiyoruz. Bir voli çevirdiğimiz zaman iki motor balık 3000-4000 kasa kolyoz, uskumru, hamsi çeşitli balık tutuluyor. Büyük teknelerle balıkçılık yaptık.

Sonra biraz ara verdik. Karacaali’ye geldim, evimizin altında (eski köy iskelesinin orada çamın dibindeki camiye doğru köşedeki ev) kahve çalıştırdım. İstediğimi bulamadım, pek hoşuma gitmedi.

Kamplara giderken orada bir zeytinlik vardı. İlkbaharda oraya restoran yaptım. Daha önce çay bahçesiydi, Hayrettin isminde arkadaş bir televizyonda kasetler oynatıyordu. Ben orayı balık restoranı haline getirdim. On yedi sene falan devam ettirdim.

İlk başladık; sezon kısa, yollar ve ulaşım sıkıntılı, okullarla beraber bitiyor. Üçüncü seneden sonra işlerimiz çok güzel olmaya başladı. Gemlik’te doğru düzgün Boksör harici balık restoranı yoktu. Sahildeki yerler meyhane ağırlıklıydı.

Karacaali’de yemek üzerine dereyi geçince bir Noca Et Mangal, bir Çınaraltı Çay Bahçesi, bir diskomuz, İbrahim abinin işlettiği pideci var.  Restoran olarak balık üzerine ilk benim. Sonradan epey gelen esnaflar oldu. Ses çıkaracak bir yer yoktu. Etçi Noca, bir de balık olarak ben.

Bir şeyler vermişiz ki, insanlara Bursa’dan Renault’u denetime gelen yabancıları departman şefleri bana getiriyordu. 92-93 yıllarında. Restoranı açtığım zaman 22 yaşındaydım.

İstediğimiz gibi oldu. Beni biliyorlardı herkes. Karaca Tatil Köyü var. İstanbul’un sosyetesi, mesela Hande Ataizi, Sami Derintuna bu insanlar Karaca Kampı olduğu gibi bana gelirdi. Çok fazla da mezem yoktu. Bir tavam vardı, midye tava yapıyordum. Kavununu, beyaz peynirini, buzunu, rakısını veriyordum. O akşam denize gidiyorum, denizden ne tuttuysam, ne varsa onu veriyordum. Orada ufak bir mutfağım vardı, o mutfaktan nasıl yetiyormuşum?

Masa yetmez, rahmetli Akif Hoca’dan (Kamp sorumlusu) tabak çanak, masa, sandalye alıyorum, zeytin ağacının dibine örtü yayıyorum oraya oturtuyorum insanları. O kadar güzeldi.

On yedi sene gibi bir zaman orada hizmet ettik. Artık tanındık, birileri geldi bize. Sezonda altı ay kadar iş yapmaya başladık. Anadolu et lokantası sahibi Vahit, Karacaali’den çıkmama sebep oldu. Hafta sonları geliyordu, “Gel Bursa’ya” diye diye aklımızı çeldi ve biz Karacaali’den koptuk. O zaman bekardım, henüz eşimle evlenmemiştim. Bademli’ye Marina’yı (markam) getirdik, Bademli’de başladık.

O zaman düğünümüzü köyde salon düğünü ve köy düğünü olarak ufak çaplı evin önünde yaptık. Aşağı yukarı 21 sene oluyor. Mudanya’da ev tuttuk. Bu kişi ile ortak başladık. Ama nasıl söyleyeyim, onlar piyasanın kurdu olmuş. Konfeksiyonculuk, Vahit Mağazaları gibi işlerde yapıyorlar. Ticarette uzman olmuşlar. Bana “Yapamazsın” dediler, “Yaparız” dedik ama yapamazmışız. Çünkü biz biraz saf kaldık onun yanında. Para toparlıyoruz, para da kazanıyoruz ama arsa alalım, yatırım yapalım derken biz bu kişi ile yapamadık. Marina’yı hiçbir şey almadan bıraktım.

Mudanya’da tam ortalarda sahilde Ahtapot Restoran yanında iki katlı bir yer vardı, güzel bir yerdi. Orayı kiraladık ama bir yıl kadar orada kaldık. Kiracı olunca, “Burayı bir banka istiyor” dedi mal sahibi ve bizi çıkarmak istedi. Parayı elden ödemiştik, dekontları almadığımızdan “Kiraları ödemedi” dedi ve bizi çıkardı. Biz dürüst bir esnaf olduğumuz için bazı şeyleri ön göremedik. Demek ki, çok fazla dürüst olmamak lazım. Ticaretin ‘az olsun temiz olsun’ diyerek öbür dürüst tarafında kaldık. Yine de öyle yapıyorum.

Çok masraf yapmıştık. “Ne yapalım?” diye düşündük. Ben başkalarının yanında çalışamam. Gittik, Beşevler Sanayi’de bir yer bulduk. Sanayi inşaat halinde. Orayı balıkçı yapalım dedik, yaptık. Fakat balıkçı orada olmadı, daha çok inşaatta çalışan işçiler var. Lokantayı tabldot yemeğe çevirdik. Bilmediğimiz bir iş olduğu için ustalarla falan yürümedi.

Sonra tekrar döndük, geldik Mudanya’ya. Mudanya Burgaz’da bir balıkçı açtık. Altı yıl kadar orada mücadele ettik, iyiydi. Oradan şimdiki yerime geldim. İhsaniye’deyiz. Burası 20 yıllık bir balıkçı. Önceleri sahibi çalıştırmış, iyiymiş. Benden önce bir balıkçı bir sene kadar çalışmış, burayı harap etmiş. Biraz masraf yaptık. İnsanlarla diyaloğu olmamış. Biz yedi aydır buradayız. Burayı toparladık. Eşim Feride Hanım Trabzonlu. 21 yıldan beridir benimle çalışıyor.

Karacaali’ye dönelim yine, ben Karacaali köyümde istediğimi yaptım. Balıkçılığın en iyisini ben yaptım. Dört mevsim hangi balık olur? “Denizi en iyi takip eden balığı en iyi o tutar.”

Talat Bey’e kendisi hakkında verdiği bilgilere teşekkür ediyor ve bir yandan eşi Feride Hanım’ın hazırladığı balığımızı yerken, bir yandan da ondan Karacaali Köyünü anlatmasını istiyoruz.

Eskilerin anlattığı ile başlayalım. Savaş zamanı yaşananları hiç anlatan oldu mu?

Karacaali dediğin zaman manav köyüdür, yerli halktır. Karacaali köktür.

Eski adı Karaçallı, bizim Kumlalılar Karacallı der, tam adını söylerler. Biz Karacaali deriz.

Savaş zamanı katliamlar olmuş. Sahilde bir tek Karacaali var. Dışarıdan korsan gelse bir ışık orada var. Korsandan, yağmadan, savaşlardan nasibini almış köyümüz. Halk büyük eziyet görmüş. Korsan bile yakmış, yıkmış. Savaş zamanı İngiliz donanması Karacaali önüne demirlemiş. Sahilden köyü bombalamışlar. Gazi Çam o günlerden duruyor. Kaçacak yer olmadığından yaşlıları camide yakmışlar. Kaçabilen derede, şelalenin orada saklanmış. Sandallarla kürek çekerek İstanbul’a gitmişler. İngilizler “Erkek çocuklarını denize atın yoksa batırırız sizi” diyorlar. Gemlik zaten gavur köyü idi. Türk az, Rum çokmuş.

En büyük zulmü Yunan’dan görmüşler. Küçük çocukları süngülerin ucuna takmışlar. Kadınlara her türlü zulüm yapılmış. Evleri savaş sonrası yeniden yapmışlar.

Narlı’dan sonra ayazma koyu Yunan yerleşim alanı. Ayazma var zaten. Tersane, Çakaldere’yi geç Küçübik Koyu. Orada sütunlar, taşlar vardı. Hiçbir şey kalmadı. Burada yaşamışlar ve sonrasında çok hınç beslemişler.

Biz Türk milleti olarak her şeyi açığa çıkarmamız lazım ama birileri rahatsız oluyor, orada dur diyorlar. Yaşananları çok kişi bilse de “Ben bilmiyorum” diyor.

Karacaali’de az sayıda da olsa mezar taşları var. Onlar hakkında ne biliyorsunuz?

Şimdi ismi bizde kalsın, Karacaali’ye zararlı olan muhtarımız benim çocukluğuma denk geldi. O muhtar 1500 yıllık Osmanlı Mezarlığı’nı talan etti. Fırının olduğu yerden Gazi Çam’a kadar o ara talan oldu. Karacaali’de saray olduğundan dolayı mezar taşları önemliydi. Taşlarının bir kısmı kamyonlara yüklendi. Bir kısmı da sağlık ocağı, arıtma altında toprağa gömüldü. Arazi kazanalım diye yapıldı. Saray bilinmiyor, saklı tutuluyor. Avlusu ile çok geniş. Yolun oradan başlıyor, Huzur Motel’e gitmeden yolun üstünde zeytinliğin oradan ovaya kadar çıkıyor. Oralar zeytinlik. Epey eski. Zamanla sel olmuş, çok önceleri kapanmış göremezsiniz. Bir giriş var, bu sır olarak 7- 8 kişinin zeytinliği. Ova olduğu gibi Osmanlı Sarayı’nın bahçesi.

Karacaali’de kadı sülalesi var, Ertuğrullar, Tezcanlar. Gelecek nesiller bilsin. Niye yok edelim bunları? Bizim geçmişimizi çok iyi analiz edip tarihi bilmemiz lazım.

Fırının oradan Gazi Çam’a kadar tarih yok oldu. O tarih bizim değildi ama mecburduk korumaya. 1000 yılı aşmış bir tarih var. Yok ettiğimiz zaman mahvoluruz.

Büyükkumla ile Karacaali arasında arazi nedeni ile anlaşmazlık olmuş. Bu konuda ne biliyorsunuz?

Büyükkumla Köyü içeridedir. Oraya sel gelince köy sahile, Karacaali’nin arazisine taşınmış. Büyükkumla Karacaali sahiline gelince kan gövdeyi götürmüş, çok büyük kavgalar olmuş. Düzdeki yerlerde oraları Toplular’ın yeri 36 hisse. Yamada Büyükkumla. Köprüyü geçince çeşme var. Rahmetli Sait Reis tapulara ön ayak oldu, tapularımızı aldık. Ali, İbrahim, Hasan, babaannem Zekiye onların kardeşleri. Ben kadastrocuları götürdüm. Buraları olduğu gibi istimlak etmişler. Ben oraya balık lokantası yapmayı istedim, bir hisse olunca öyle kaldı. Çok uğraştık.

Düğünler nasıl olurdu?

Benim evlendiğim yıllardan 20 sene önce çok kalabalık oluyordu. Kral Sitesi’nden Çınaraltı’na kadar masaları kurarlar, hepsi dolardı. Bursa’dan Gamze ekibi ile geliyordu Gamze gelmeden düğün olmaz, şimdi kızları yetişiyor her yere. O zaman Karacaali düğünleri çok neşeli oluyordu. Bütün köy halkı orada, tahmini 2000 kişi düğünde, masalar baştan aşağı kurulur. İçki var, rakı içilir. Kamyonla rakı gelirdi. Çoluk çocuk birlikte oturulur. Kadınlar iki parçalı çarşaf giyerlerdi. Hemen hemen herkes köy düğünü yapıyordu. O zaman durumu olmayana da yardım ediyorlardı. Sosyal yardımlaşma vardı.

Herkes takısını takınca 600-1000 kişi kadar, o kişiye sermaye de oluyordu. Borçsuz, harçsız düğünle evleniliyordu.

Asker uğurlama nasıl oluyordu?

Asker düğününe aylar önceden hazırlık olur. Herkes motorlara biner, motorlar dolar, iskeleden uğurlanır. Sahil köyleri bahriyelidir. Denizde yetişmiş köylü çocukları önceden bahriyeli olarak giderdi.

Asker düğünü, normal düğünden canlı geçer. Ben on sekiz ay askerlik yaptım ama babam üç yıl yapmış. Hem hüzün var, hem neşe var. Gırnatacılar ayrı, Gamze ayrı gelir. Hatta sanatçı da gelirdi. Paranın bol olduğu zamanlar, iki sefer balıktan pay dağıtılırdı.

Hem oynanırdı hem de hüzünlü olurdu. Beyaz asker mendili bizim burada semboldür. Mendillerin sayısı belli değil, asker yakınları beyaz mendilleri sallar, o mendilleri denize atarlardı. Deniz kıyısı hep mendil olurdu. Mendil, asker yakınlarının denize bıraktığı hatıradır.  Eski adetler artık yaşatılmıyor, unutulmaya yüz tuttu.

Ramazan nasıl geçerdi?

Karacaali’mizdeki eski ramazanların tadı bambaşkaydı. Eski insanlar kalmadı. Ramazan akşamları eğlenceler yapılırdı. Teravih dendiği zaman insanlar sosyal medyadan kopamıyor, telefonlarını alıp çekiliyorlar köşelerine. Camimiz teravih namazında dolar, bahçeye taşardı. Şimdi bir yozlaşma var. Oruç tutuluyor, hemen yiyeyim, içeyim, köşeme çekileyim deniyor.

Babam Eşref’in kahvesinde (bizim kahvede) ramazan boyunca perde oyunu, Hacivat- Karagöz oynar, gölge oyunu var diye civar köylerden de gelirlermiş. Kahvehane almaz, iskelenin oraya kadar insan dolarmış. Lokum, bisküvi dağıtılırmış.

Karacaali’de festivaller oluyormuş. Siz hatırlıyor musunuz?

Karacaali’de balık festivali, ilkbaharda 20 Nisan gibi düzenli bir şekilde yapılmış. Çınaraltı Çay Bahçesi’nin olduğu yerde sahilde yapılıyor. Deniz akvaryum gibi manyetle (mıknatıs balıkçılığı) voli çevrilir. O torba yukarıda şişer, büyük mangallar yakılır. Gemlik ve Bursa’dan vali, kaymakam, protokol gelir. Köy içinde iyi. Hem gelenek hem bazı şeylerin geleceğe aktarılması. 1940 yılı balık festivali restoranın duvarlarını süslüyor. Bir de anı köşemiz var.

Her sene yapılan bir de dut festivali oluyor Bir mezarlıktan bir mezarlığa dut festivali yapılırmış. 40’larda motorlarla Gemlik’ten gelirlermiş. Köylü de salıdan salıya Gemlik’ten ihtiyacını görürdü. Dut festivaline Gemlik Lisesi’nin bandosu gelmiş. Dut ağaçları Kabak Bahçesi denilen yerde vardı. Özel ağaç; meyvesiz, geniş yapraklı. Kozacılık vardı eskiden, eski evlerde işlenirdi. Erkan Zambak’ların evi ikiz ev. Çatı ortadan ayrılmış. Bahçede büyük özel yaprak dut ağacı vardı. Birçok evin çatısı bu şekilde yapılmış ve bahçelerinde dut ağaçları var. Motorlarla fabrikaya İpekiş’e gidiyor.

Neden bitti? Çünkü Karacaali nüfusu azaldı. Çok güzel faaliyetlerin hepsi bitti. Güzel bir köy düğünü bile yapılamaz oldu. Ben 69’luyum, hatırlamıyorum. 60’lı yıllarda bitmiş.

Ticaret var mıydı, halkın geçimi nasıldı?

Dedem İbrahim Çavuş’ta iki tekne var. Biri yolcu taşıyor Gemlik’e, biri ile İstanbul’a Haliç’e 8-10 ton zeytin götürüyorlar. İlk yelkenle başlamışlar. Bozburun’da poyraz karayelde Meyhane Koyu’nda yatıyorlar. Bir deyim var: “Ey Bozburun Bozburun, zeytin ekmek yemekten ne ağız kaldı ne burun”

Yelkeni açtın gidiyorsun, kapatamazsın, ipi koparırsın. Bozburun’da fırtına var. İç Kaya Bozburun’da batarsın. Dedem ticaret yapıyor. Makineyi ilk dede getirmiş. Eskiden dedemin dedeleri variyetli. İlkleri yapabilmişler. Dede makineyi tekneye koymuş. Bu sayede birçok tekneyi bağlayıp götürüyor. Karacaali’de otuza yakın tekne var. Gelirin en büyüğü denizden.

Hatta babamın bir anısı var.

Karacaali’de zeytincilik var. İstanbul’a zeytin götürüyorlar. Yağhane iki tane, birini dedem İbrahim Çavuş kahveden önce yağhane olarak çalıştırmış. Bir de Toptop’un (lakabı) yağhanesi. Çuldan sıkma yağhaneler. Yağhaneci İbrahim Çavuş derlermiş dedeye.

Sardalye tuzlama yapılıyordu. Köylerde işlenen sardalya balıkları Rıfat Minare’ye satılır, tenekelere, hatta selelere basılırdı.

En fazla çam Karacaali’de. Büyükkumla sırtından Narlı hududunun girişine kadar en fazla çam bizde. Bir kurt geldi, 8-10 senedir kozalaklar çürük. Fıstık işleyen fabrikalar var. Bunlar köy köy dolaşıp fıstık toplarlar. Tüccar gelip alıyor. Bir hafta, on gün sürüyor, imece usulü yapılıyor.

Gazi dedemiz çam dede. Bu kadar çam kesilir mi, iyi çarpmıyor!

Benim zeytinliğin içinde 20 tane çam var. Babam dalları budadı. Sağımda solumda çam yok. Çamın dibindeki zeytin ağacı hastalık gelir, randıman aldırmaz. Şelalenin karşısına çamlara çıktın mı, Deli Çamlık’tan iki römork kozalak yapar.

“Çam kesen baş keser, biz kesmeyelim” der babam.

Makta (odunculuk) da bitti. Bizim dağımız Karacaali’nin hududu Ayvalı, Bayraktepe, Nacaklı, yukarıya Yalova Dağları’na kadar devriliyor. Orası zaten Bozburun. Meşe, gürgen ağaçları var. O yerlerin manzarası zaten muhteşem. Yazın ortasında gittiğin zaman üşürsün. Soba yakman lazım.

Esnaf olarak nalbant vardı. Her kapıda eşek vardı. Köylü tarımını beygirle yapardı. Dağdan odur getirilir, pullukla tarla sürülür, hepsi beygirle olurdu.  Herkes odun, yakacak, meşe sarıyor dağdan getiriyor.

Besicilik pek yoktu. Herkesin kendine yetecek kadar hayvanı, tavuğu bulunurdu. Bazılarının inekleri vardı. Onlardan süt alırdık. Misket’in ineği vardı, son zamana kadar yaptı. Recep Ağa dondurmada çok eski. Arnavut, Eskişehir’den geldiler. Misket’in sütleri ile dondurmayı yapardı. Oğlu askerden gelmişti, rahmetli oldu kazada. Dürdane Rampası’ndan sarkıyorsun, oradan uçuruma arkadaşları ile uçmuşlar. Çok büyük acıdır köyümüz için.

Köyde 6-7 tane, epey fırın vardı. Mesela Kasap Ali’nin annesi Fırıncı Hatçe Hanım. Evler eski bahçeliydi. Bahçesinde fırını olan ekmeği aile işletmesi gibi yapıp satıyordu.

Eskiden kahveler meşhur. Köyde kaç kahve vardı?

Karacaali Köyü’nün nüfusu şimdilerde 20’de 1’e düşmüştür. Karacaali nüfusu 2000 üzerindeydi. Köy kahveleri çoktu. Çiziğin evin altı, Kemal Aşık oraya bile kahve açtı. Özgür’ün bakkal çalıştırdığı. Çarşı meydanında 5 kahve. Adnan’ın kahve 6, Eşref’in kahve, Ceylanlar’ın kahve hatırladıklarım. Saat 9’da kapanıyor, sekiz on kişi var.

Bir kahvenin kapasitesi 100 kişi alıyordu. İlk televizyonu babam almıştı. Babam kahvecilik yapıyordu. Babam şimdi 92 yaşında, o anlatırdı. Öğlen yemeğine gidecek olan kapmasınlar diye sandalyesini alır gider, yemek yer gelir, domino çeşitli oyunlar oynanırdı.

Babamın lakabı Deli Eşref, baltayı aldı mı eline bir köye fazla gelirmiş.

Hatta şöyle bir anısı var.

Balık motorları Gemlik’te dayı çocuklarının. Karacaali’ye iskeleye gelip yanaşıyorlar. Bir babamın, bir de karşıda kahve var. İskeleden inen 20-30 tayfa karşı kahveye geçip oturuyor. “Benim akrabam bunlar, neden bende çay içmiyorlar” diye babamın kafası bozuluyor. Olmadı bu iş. Babam gidiyor Ali, Mehmet Reis, Halil’in kayıkları iskeleden çözüyor. Onlar kahvedeler. Kayıkları bırakıyor. O zaman dinamit var. Azıcık uzun, çift lokum dinamit yapıyor. İçeride sigara içiliyor, göz gözü dumandan görmüyor. Babam fitili ateşlemiş atmış kahveye. 100 kişi var içeride. Herkes dışarıya koşuyor, bir bakıyorlar kayıklar da yok. Fitil uzun ya, kahveci bir kova suyu atıyor söndürüyor. Yoksa kahve patlayacak. Bazı lakapların arkasında bazı gerçekler var.

Pansiyonculuk var mıydı?

Karacaali’de iki kampımız vardı. Pansiyon olarak Dayıoğlu, Varyemez Nuriler’in Çam Altı Pansiyon, Mete Pansiyon vardı. Üç pansiyon. Dolu doluydu. Hepsi bitirdi bu işleri, artık yapmıyorlar. Pansiyonlar şimdi de mevcut ama randıman yok. Huzur ve Bolvar Pansiyon var.

Karacaali’de ne kadar güzel bir yaşam tarzı vardı eskiden.

Hamam, o zaman iki tane karşılıklı. Biri küçük, aslında çamlara doğru arkada yeri varmış. İzzet Bey’in Hüseyin’in hamamı daha büyük. Evlerde o zaman çeşme yok.

Kooperatif yeni kuruldu. Tektek İbo kurdu. Tarım kooperatifi, balıkçılıkla ilgili, İbrahim Cezair öncü oldu. Karacaali en eski balıkçı motorcu köyüdür. Kooperatif olmadığı için limansız kaldık. Bundan sonra liman yapma olayı çok zor. Sıra köylere liman yapıldı. Köyde büyük balıkçı kayağı kalmadı. Denizciliği balıkçı hırsı bitirdi.

Sosyal hayat nasıldı?

Karacaali’de kadın ayrı, erkek ayrı yok. Avrupa köyü. Çok sosyal. Küçükkumla, Narlı, Büyükkumla içerideymiş eskiden. Karacaali sahile kurulmuş.

Köyümüzde Bayrak Ana diye bir yazar var; Şadiye Bingöl. Bayraktepe’de pilav günleri yapılırdı. O kadıncağız epey köyü temsil etti. Güzel bir faaliyet.

Karacaali’de sinemamız vardı. 60 sene önce okulun mozaik merdivenleri yapılmış. Biz kayardık. Merdivenlerden çıkıyorsun, orası sinema. Sinemayı da çalıştıran, o yıllarda (65-66) Ferhat Ceylan. Hatçe yenge ile hanımıyla beraber işletirdi.

Sinemadan önce orası mektep, ondan önce cami. Gınni İzzet, yatır gibi bir mezar. Oradan çıktı, köy mezarlığına taşındı. Oradan bir şeyler çıktı. Köy için güzel bir şeyler yapanlar cami avlusuna gömülmüştür. Babam o mektepte okumuş. Sinema varken sahildeki okula gidiyorum. Mektep olarak kapanınca mektep bir yere yapılmış olabilir. Eski mektep 3. sınıfa kadarmış. Babamın eski Türkçesi vardı.

Yatır var mı?

Ben Çam Dede’yi biliyorum. pek yoktu. Sana okuyayım, üfleyeyim diyen yoktu. Çam Dede’nin oraya gidip mum yakıyorduk. Biz çocuklarla toparlanıp giderdik. Yunanların tavuk kümesinin tam karşısında taşta bir şey yazmazdı. Dilek dilemek için gidilirdi. Bakıyorduk her taraf mum olur akardı.

Erkan Zambak: Kabak Bahçesi’nde selvi ağacının altında yatır var derlerdi. Akşam olduğunda, ezan okununca kaçardık.

Lakaplar var mıydı?

Köyün kendine has şivesi var ama zamanla dil değişime uğramış.

Lakaplar vardı. Tabii bazıları söylenince garip geliyor. Varyemez Nuri, Fil Nuri, Tektek, Yumuşak Mehmet, Tepe Ahmet, Pomak Necdet, Mani (Money) İsmail. Hepsinin daha arkasında neler var.

Tektek Mehmet balıkçılık yapıyor. Makine var, pistonu söker, şanzımanı söker, makine tek tek gider. Lakabı budur.

Mevki adları: Ağlan Bayırı, Ağlayan Bayır. Bayrak Tepe’nin altı. Ağaçlar kocaman. Zeytinler 14-15 basamak ağaç merdivenle çıkılarak toplanır. Eller uyuşuyor. Kar, soğuk. Kış çok fazla. Çoluk çocuk gidiyor. Sen ağlamasan çocuklar ağlar. Ben hatırlıyorum, kardeşlerimi küfelere koyar götürürdü. Oranın durumu bu, ağlayarak gelirlerdi.

Peki Talat Reis’in Balık Sofrası’nı sizden sonra işletecek var mı?

Büyük oğlumuz üniversitede okuyor. Küçük oğlumuz liseden sonra ticaret yapmak istiyor. Aklı ticarette ama ne yapacağını henüz bilmiyor. Armut dibine düşer sözü var ama yapar mı bilmem. Biz yirmi senedir bu işin içindeyiz.

Karacaali’den koptuk ama orada akrabalarımız var. Bir yanımız orada.

İhsaniye’deki yerimizde müşterilerimize sıcak bir ortam oluşturuyoruz. Müşterilerimizin huzurlu ve mutlu bir şekilde iş yerimizden ayrılmalarını istiyoruz. Bir gelen sürekli gelmeye başlıyor. Balıkçının reklamını en iyi müşterisi yapar.

Biz İhsaniye’de Talat Reis’in Balık Sofrası’ndayız. Herkesi bekleriz.

Adresimiz: Tuna Cad. Esentepe Mah. 1.Arda Sk. (Gökkuşağı Evleri yanı) Nilüfer/Bursa

 

 

 

Köşe Yazıları - 20:07 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
MKS - Marmara Kimya Sanayi Borusan Liberal
Kamil Beki Kent Lokantası

SOSYAL MEDYA HESAPLARI

FOTOĞRAF GALERİSİ