GEMLİK GİBİYİM BEN
Yenimahalle kadar eski, Balıkpazarı kadar neşeli…
Yaşım 51 oldu. Bu yolun yarısını doya doya yaşadığımı söylesem gam yemem. Yenimahalle, Çukurbahçe, Şube ve Lise Caddesi, Gemlik’imizin mübadelede gelen dedelerimiz tarafından yerleşim alanı seçilmiş mahalleleridir. İşte tam burada, Arnavut taşları ile döşenmiş kaldırımları, evlerinin önündeki kapı eşiklerine şiltelerini atmış ninelerimiz; Çırak Emine’si, Çırak Fatma’sı, Dondurmacı Hasan Amca ve yüzünden gülücükler eksik olmayan eşi Pembe Teyze, At Arabacı Arnavut Fika Amca, eli öpülesi eşi Halide Teyze, Burunsuz Hatice Teyze…
Hepsi, bu trafiğin olmadığı, herkesin evinin altındaki ahırlarda atının, eşeğinin olduğu zamanlar… Kapılar sonuna kadar açık, un helvası yapan mı istersin, lokma yapıp birbirlerine ikram edenler mi?
Yürekleri, gönülleri, kalpleri kocaman, bir o kadar samimi komşuluklar vardı. Zeytin zamanı birbirlerinin zeytininin toplanmasına yardım eden komşuluklar…
Zeytinliklerde mola zamanı çalılardan ateş yakıp, sopanın ucuna sucuk takıp pişirmek, arkadan karaağaç helvasını yemek ve gözde olan çayı afiyetle içmek bir başkaydı. Akşamları ışık altında zeytin seçmek ve bunun tatlı yorgunluğu…
Arkadan büyüklerimizin meşhur Balıkpazarı’na inip kahvelerde sıcak bir kahve ile sohbet etmesi ve onların yanında, bir çocuk olarak denk gelip o sohbetleri dinlemek hikaye gibi gelirdi bizlere. Hele o zeytin zamanına bir ay kala at, eşek satılması, bizlerin de o atları, eşekleri binerek itfaiye rampasında suya götürmenin heyecanı…
Bir Balıkpazarı esnafı Muhtar Hasan Amca sabahları seslenirdi: “Merhabani”. Merhabani Kuşcu Oktay, merhabani Berber Orhan, merhabani Bülent Kırtasiye Ahmet, merhabani Fotoğrafcı Sefer, merhabani Terzi Yücel diye seslenilirdi.
Hele o aşuresi bir başkaydı Tittirici Hasan Amca’nın. Tatlıcı Ramiz Amca’nın keşkülünü, patlıcan tatlısını ve Dondurmacı Ali Ömürlü Amca’nın o tadı damağımızda kalan dondurmasını yemek…
Bir de o, zamanımızın büyük bölümünün geçtiği Ali Çavuş Zeytinliği’nde top oynamak, çivi oynamak, çelik çomak ve cilliş oynamak bir başkaydı. Hele Kayıkhane’de yüzüp, sonra yüzmeye doyamayıp paçaları sıyırarak ve ayakkabıları elimize alarak Ağlayan Kaya’dan geçmek, Manastır’ın o sığ, kumluk denizinde akşama kadar yüzmeye devam etmek… Öğlen arası midye çıkarıp ateşi yakarak tenekede pişirip yemek, o denizin yorgunluğunu alırdı üstümüzden.
Her şeyi ile bir başkaydı Gemlik. Hele o deniz bayramları, yağlı direk, namı diğer Çakal Mustafa Amca, Domuzcu Erdem Güler, Turist Abi… Mekanları cennet olsun. Bu insanlar deniz bayramlarının simgesiydi.
Neyi, nasıl anlatayım? Kumla, Manastır’a giden tekneler, akşam Gemlik’ten Kumla’ya mehtap turları, sevgililerin buluştuğu Kete Pastanesi, lisede dersten kaçıp Kürdün Bilardosu’na gelen büyüklerimiz ve bizler, işte böyle büyüdük. Biz 70 kuşağı…
Bunu bir şiirle süslemek istedim…
***
Gemlik Gibiyim Artık
Gülmeyi Gemlik Lisesi’nde bıraktım.
Çoşkuyu Kürdün Bilardosu’nda,
Aşkı Kete Pastanesi’nde…
Yeni Mahalle kadar yıkık,
Balıkpazarı kadar vedalara alışık,
Manastır kadar yeni,
Narlı gibi esintili,
Sırrı Baba kadar neşeli,
Çarşı’dan öte karışık ve Çarşı Meydanı gibi kalabalık,
Sevinçlerim Kalafat kadar uzak ve dingin
Kayıkhane kadar eğlenceli olan çocukluk anılarım.
Yerini Ağlayan Kaya’da sessizliğe bıraktım.
Gemlik gibiyim işte…
Uzaktan bakılınca ışıl ışıl,
Bir o kadar da yorgun, bitmiş ve tükenmiş.
Ne olursa olsun;
Hep bir umut var
Ve ben her şeye rağmen kordondaki çay bahçeleri gibi revaçta,
İstiklal Caddesi gibi ayaktayım.
-
Rusya’dan Suriye’ye Gözdağı
-
Meteoroloji’den İstanbul’a Uyarı!
-
Sıkıyönetim ilanı Güney Kore’yi karıştırdı!
-
Yenidoğan soruşturmasında 2. dalga operasyonu
-
Mudanya BESAŞ Satış Fabrikası Açıldı
-
İstanbul’da en fazla olayın yaşandığı ilçe belli oldu